ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

46 6 0
                                    

-Böyle bir yerde tek başına ne işin var, çocuğum?

   Saçı bembeyaz, yüzü yaşlılık çizgileriyle dolu bir kadındı karşımda duran. Gözlerinden akan bariz delilik olmasa, ona yardım bile edebilirdim ama orada farklı, tedirgin eden bir parıltı vardı. Kıyafeti yıpranmış, etekleri yırtılmıştı. Elbisesinin bu hale gelmeden önce bayağı gösterişli olduğu belliydi. Ayakları çıplak kadının her yeri çamurla kaplıydı. Karnını gördüğümde gözlerim şaşkınlık ile açıldı.

   Elbisenin bolluğundan pek anlaşılmıyordu ama kadın hamileydi.

   Her an bir yeri kırılabilirmiş gibi gözüküyordu oysa. Ben geri çekildikçe zar zor üzerime geldi. Dişlerinin normalden fazla keskin ve çürüklerle dolu olduğunu gördüm.

-"Tek değilim. Arkadaşlarımla şenliğe geldik. Yardıma ihtiyacınız varsa sizi oraya götürebilirim."dedim olabildiğince yumuşak bir tonda.

   Yaşlı kadın düşünüyormuş gibi parmağını ağzına yerleştirirken diğerini havaya kaldırdı. Ardından birden kafasını kaşıdı. Bana tekrar odaklandığında ağzı kocaman açıldı. Güldü.

-Ama yakınlarda kimsen yok.

   Pis gülüşüne karşılık hançeri boynuna gömdüm. Hançerin çok kolay gömülmesinin garipliğini sorgularken, bıçak darbesinin ona hiç etki etmediğini algılamakta sadece bir an geciktim. Bana savurduğu ufacık bir dokunuşuyla geriye uçtum. Sırtım ağaca toslarken hemen kendime geldim ve kulak tırmalayan gülüşün nereden geldiğini hesap ederek koşmaya başladım. Yaşlı kadın insan değildi, orasını anlamıştım. Peki ya neydi?

   Öğrenmemeyi umuyordum.

   Geldiğim yöne doğru koştuğumu düşünerek hız kesmedim. Arkama bakmadım. Bir anda önüme sıçrayan yaratık doğaüstü bir hızdaydı. Yaşlı kadının dönüştüğü şey ise resmen bir mahluktu. Kemikleri derisinin içine gömülmüş gibi duruyordu. Kafasında sadece sayılı uzun saç telleri vardı. Gözleri sürekli dönüyordu. Derisi yaralarla kaplı gibi dökülmüştü. Ve dişleri... Su Aşkına! Dişleri ipince iğneler gibiydi. Sayıca çok ve görünüş olarak feci keskinlerdi. Neredeyse ağzından taşacaklardı.

   Belki diye düşündüm. Belki kalbinden vurmalıyım. Ya da kafasını kopartabilirdim. Kafa kopartmak her zaman işe yarardı, değil mi? Kalbine fırlattığım bıçağın ne yaptığını beklemeden boynuna saldırdım. Arkasına geçmiştim ama çok hızlı hareket ettiğinden tam kilit altında tutamıyordum. Yaşlı bir kadına göre inanılmaz güçlüydü. Bir dahaki atağımda hançeri sertçe boynuna vurdum. Neden kılıcımı geride bırakmıştım ki?

   Bu şekilde zapt edemeyeceğimi anladığım yaratığa sırtımı dayayıp boynuna kollarımı sardım. Sırt sırta pozisyonda hızla kafasını çekerken içerisinde kemik yokmuş gibi ayrılan boynu yere düşmeden hemen önce koluma dişlerini geçirdi.

   Umurumda değildi. Önemli olan vücudunun üzerinde artık bir başı olmamasıydı. Hareketsiz yatıyordu, öylece. Büyük bir şokla geriye atılırken birden alev aldı. Gözlerime siper ettiğim ellerimin arasından çığlık çığlığa hala ölmemiş yaratığı izledim.

-"Her zaman bir yolunu buluyorsun, değil mi?" dedi Aaron yanan yaratığın kenarından geçip.

-"Bu da ne?"dedim. Gözlerimi hala ondan ayıramıyordum.

-"O bir Preta."dedi. "Onları öldürmek kolay değildir. Bu alevler bile onu sadece yavaşlatır, o kadar."

-Pretaların hayalet olduklarını sanıyordum. Hem kafasını koparttım.

-"Üzerine atlamak için arkanı dönmeni bekliyordu. Kafasını kopartmak işe yaramaz. Zaten ölü olan bir şeyi parçalarına ayırmak bir fayda etmez. "dedi. "Sana önceki halini göstermedi mi?"

QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin