AARON'IN GÖZÜNDEN
Olduğum yerde donakaldım.
Bu mümkün olabilir miydi? Bir yanlışlık olmalı diye söylendim işe yaramaz beynime. Görmezden gelemeyeceğim bir yanlışlıktı.
Myla'nın ölmeden hemen önce, ikimiz için de bir söz olan büyü bağı, yıllardır onun ölümü kadar sessizdi. Kalbimin bir yanı gibi yıllardır uyuşuktu. Sadece parmağımdaki belli belirsiz aptalca izdi geriye kalan. Myla, Su Şehrinin saçma adetlerini her zaman için büyüleyici ve gerçekçi bulurdu.
Şimdi ise neredeyse onunla birlikte yok olduğumu düŞündüğüm bağ, bana onun bir yerlerde tehlikede olduğunu söylüyordu. Var olduğunu. Yaşadığını.
Dün gece tam olarak ne kadar içmiştim?
Normal şartlarda Ateş Şehrinin içinden geçit açmamalıydım ama şu anda umurumda olan son şey buydu. Kelimeleri fısıldadım.
Omnes vias aperire. Tolle lucem.
Geçide atılırken ayaklarım titriyordu. Gideceğim yerin Su Şehri olduğunu anladım ve göğsümdeki mührün yanması, tehlikenin bu diyardan olamayacak kadar büyülü olduğunun haberini verdi.
Gerçekten bir tehlike varsa, diğer ihtimalin de gerçek olma ihtimali var mıydı? Kendimi kandırmak için hiçbir nedenim yoktu oysa ki. Onun cenazesini ben yakmıŞtım. Anlaştığımız gibi. Bu anlaşmayı yaparken ilk ölenin benim gibi pervasız bir piç olacağına emindim. Onun gibi biri değil. O değil.
Karşıya geçer geçmez yerde yatan kızı gördüm. Önce saçları kalbime ağrılar soktu.
Kızılın tonu tamamıyla aynıydı. Ateşin en karanlık gecelerdeki söndürülemez hali gibi.
Üzerindeki askeri üniforması özel birlikten olduğunu söylüyordu ve üzerine eğilmiş üç arayıcı vardı. Onları yapmamam kadar güç kullanarak ateşe verdim.
Ne kadar çok güç kullanırsam o kadar hızlı bir dönüşüm olurdu.
Çığlıkları bile rüzgara karışan mahluklar acıyla kenarlara kaçıştıklarında ise yüzünü seçtim. Mahvoldum. Ruhumu teslim ettim ama oydu.
Myla'ydı.
Hayal görüyor olmalıydım. Yirmi yıl önce ölen sevgilim, yerde yatan kızla aynı kişi olamazdı. Saçları benzer olduğundan kendimi kaybetmiş olmalıydım.
Tam yirmi bir yıldır bensiz yaşıyor olamazdı. Onsuzluğa boşuna katlanmış olamazdım. Her gün yeniden boşuna ölmemiştim. Ama oydu işte.
Yanına çöküp sallanmaya başladım. Yüzünün her karışı, küçük dik burnu, dolgun kırmızı dudakları, yanaklarına serpilmiş ufak çilleri ve sadece ona özel kızılın koyu tonu saçları.
Göğsünü kaplayan kana bakılırsa ölüyordu. Tekrar. Aynı şekilde.
Ölüp cehenneme gelmiş olabileceğimi düşünürken onu kucağıma aldım. Bana özel tasarlanmış bir cehennem tam olarak böyle olurdu. Onu kurtaramamak. Çaresizce ölümünü izlemek. Baştan ve baştan.
Arayıcılar için kapan açarken onlara bakmadım bile. Bir arayıcıyı öldürüp tekrar peşime düşmesini beklemekten ise onları kapanda sonsuz bir tecride yollamak en mantıklısı olurdu. Hedefleri Myla olmasa bunu yapmazdım tabii. Her geldiklerinde onları tekrar öldürmeye can atıyordum. Hatta bu kıza, Myla'ya bir şey olursa kapana bizzat girebileceğimi düşündüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve Küller
FantasyThe Wattys 2023 Yarı Finalisti TAMAMLANDI Toprağın şifalı elleri, derinlerinde sakladıklarından, Suyun yol gösterici berraklığı, yıkımlarının izlerinden, Havanın özgür fısıltıları, tutsak ettiklerinden ve Ateşin aydın ışığı, mahkum ettiği karanlığın...