ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

122 20 47
                                    


    Kapıların da açılmasıyla birlikte kalabalığın çeşitlendirdiği su şehri dolup taşıyordu. Havanın bir çok günden açık olması da nedenlerden diğeri olmalıydı. Merkeze giden yolda sırtlarındaki yüklerle yerli yabancı bir çok satıcı vardı. Sabahın erken saatleriydi ve pazara kurulmaya başlayacaklardı. Bugün limanda oluşacak çeşitliliği ben bile görmek istiyordum. Bazen şaşırtıcı şeyler çıkabiliyordu. Özellikle Hava Şehri tüccarları çok yaratıcı olurlardı.

   Dikildiğim yerden insanların önlerini kesip bir şeyler anlatmaya çalışan uzun boylu, mavi cübbeli kızı gördüğümde dikkat kesildim. 

   Dalkavuklar.Kendilerine elçiler diyen bu grup, su şehrinde böyle anılırdı. Bir çeşit beyinsiz örgüt gibiydiler. İnsan içine çıkanlar hep masum, kırılgan görünüşlü kişiler olurdu. Ellerinde dualarla halkın dini duygularını sömürmeye çalışırlardı. Su halkı bu saçmalıklara çok fazla kanmazdı ama fırsatçı dalkavuklar herkesin huzurunu kaçırmaya bayılırlardı. Komutanın sıkıntı çıkartmayın emri olmasa hepini Kutsal Orman sınırına atıp ogrelere yem etmekten çekinmezdim. Kıza doğru yaklaştım.

-"İnanç elçiliğimizde bize yardımcı olmak istemez misiniz? Tüm günahlarınız için tövbe edin. Bize katılın." dedi kız onu neredeyse yere yapıştıracak şekilde iten hizmetçi adama doğru. Yüz yüze geldiğimizde kollarım göğsümde bağlı bir haldeydi. Ürkek mavi gözleri çatık kaşlarımı görür görmez kalabalığa karıştı. Biraz ileride, yandaşı olduğunu tahmin ettiğim çocuğun eline yapışıp çekiştirdi ve ortadan kayboldular.

    Bir süre daha olduğum yerde dikilip olan biteni izledim. Neredeyse yarısı büyüklüğünde bir kovayı zar zor taşıyan küçük bir erkek çocuğu dikkatimi çektiğinde, çocuğun burnundan kan damladığını gördüm. Dalgalı kahve saçları karışmıştı. Gri kıyafetleri leş gibiydi. Boyutunun yansıtmadığı kadar yorgun bir yüzü vardı. Kovadan sıçrayan su kollarını ıslatıyor ve onu taşımasını daha da zorlaştırıyordu. Gittiği yere doğru usulca peşine takıldığımda biraz ilerideki tahta kulübenin önünde durdu. Kapıyı açıp içeri daldı. Göz ucuyla seçtiğim birkaç domuz buranın bir ahır olduğunu fark etmemi sağladı. Kokuyu önceden almadığıma şaşırarak memnuniyetsiz bir ses çıkardım. Civardakilere göre daha küçük olan ahıra ilerledim. Kapıdan başımı uzattığımda gıcırtıyla birlikte gözleri bana doğru dönen küçük çocuğa yöneldim. Siyaha yakın gözleri bana pek memnun bakmıyordu. Üstü başı yem olmuş, nefes nefese kalmış bir halde ufak çitin içindeki üç domuzun yanına girmişti. Çamura bulanmış ayakları çıplaktı.

-Yardıma ihtiyacın var mı genç adam?

-"İşimi kendim halledebilirim, hiç yardıma ihtiyacım olmaz."dedi tersleyerek. Ellerimi kaldırdım ve içeriye göz gezdirdim. Saman balyalarının kapladığı yerdeki koku inanılmaz kötüydü. Köşede döşek ve birkaç kap kacak gördüğümde çocuğun burada yaşadığını düşündüm.

-"Buna itirazım yok."dedim gözlerimi ona çevirerek. "Burnun kanıyor, onu kastetmiştim."

    Parmakları kanı bulduğunda elinin tersiyle kanı silen çocuk iç çekti.

-Düştüm.

-"Evin burası mı?" Döşeği işaret ettim. Olumlu anlamda başını salladı.

-İşimi yapıp burada kalabiliyorum. Sen asker misin? Gördüklerimden farklı giyiniyorsun.

    Başımı salladım, özel birliğin siyah üniforması diğer askerlerin gümüş rengi zırhlarından oldukça farklıydı. Buna bir itirazım yoktu tabi.

-Ben farklı bir askerim.

-"Daha tehlikeli olanlardan mısın?" dediğinde tereddüt ettim. Gözleri açılmış, saf bir hayranlıkla beni inceliyordu.

QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin