ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

41 6 0
                                    

    Bugün şenliğin altıncı günüydü. Günler hiç hızlı geçmemişti. Tera bir sıkıntı çıkmazsa bugün yarın şehirden ayrılacağımızı düşünüyordu. Artık dışarıda gününü gün ettiğine emin olduğum Aaron ise hala dönmemişti.

   Herkesin ezberlediği kelime aynıydı. Yakında.

   Birkaç gündür çöküşte olan ruh halim gitgide sivrilmeye başlamış, can sıkıntısının da verdiği sinirle iyice patlamaya hazır bir volkana dönüşmüştüm. Tera'ya bana öncesinde bahsettiği yere gitmek için yalvarmaya bile hazırdım. Yanına gidip "Hani şu bahsettiğin..." dememle beni odaya sürüklemesi bir olmuştu. Elime tutuşturduğu elbise ise beni anında kararımdan döndürmüştü.

   Sonra tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Üzerimde kısa, saten, beyaz bir elbise ile koluma giren Tera'nın beni sürüklemesine izin verirken gergindim. Konu şiddet içerikli bir kavga değilse sanırım bunun ustası Tera'ydı. Diğer türünde de yetenekli olmadığından değildi. Vayne ile bana yardıma geldikleri gün akıcı hareketlerini görmüştüm. Kesinlikle tehlikeliydi. Sadece konu manipülasyon olduğunda en tehlikelisiydi o kadar.

   Gülümseyen yüzüne samimiyetten yoksun bir karşılık verdim ve o bunun gayet farkındaydı. Umurumda değildi orası ayrı.

   Sırtı önemli ölçüde açık olan elbise her rüzgarla sınırlarını hatırlatıyordu. Çıplak ayaklarım ile de birleştiğinde bir gecelik olduğunu düşünmekten kendimi alamıyordum. Kaliteli bir tane.

   Tera'nın üzerindeki kırmızı kumaş parçasının da pek aşağı kalır yanı yoktu. Onunki benden de kısaydı ve hayal gücüne yer vermeyen bir dekolteye sahipti. Su şehrinde bu elbiseleri ancak para karşılığı erkeklere eşlik eden kadınlar giyerlerdi. Bu kumaşlardan bulamazlardı ama diğer açıklıklar tamamen aynıydı. Normal şartlarda yere sağlam basan ayaklarımın sallandığını hissettim.

   Her zamanki yeşilliğin içinde kıvrılan patikaya girdiğimizde, Tera'dan gizli, bacağıma sakladığım bıçağıma dokundum. Her zaman hazırlıklı olmak gerekirdi.

   Durduğumuz yerden birer yıldız gibi parlayan ışıkları seçtim önce. Çevresini olduğu gibi aydınlatıyordu. Asılı olduğu mekanı sihirli gösteriyordu. Elektrik önceki yıllarda Su Şehrinin de ulaşabildiği bir ayrıcalık olsa da diğer her şey gibi ben doğmadan tarihe gömülmüştü. Şimdi sadece bazı evlerde ve sokakların önemli noktalarında kısıtlı bir ayrıcalıktı. Hava Şehrinin ise neredeyse hiç karanlık olmadığını duymuştum. Elektrik şu aralar onların tek elindeydi.

   Kalan hepsi ise Başkente gidiyordu.

   Şenlik zamanlarında duvar aynen böyle ışıklarlarla sarılırdı. Biter bitmez ise orada yokmuş numarası yapar gibi karanlığa gömülürdü. Karşımda gördüğüm yer ise hiç kısıtlanmışa benzemiyordu. Yüzümde ki ilgiyi yakalayan Tera sırıttı.

-"Helix, kendi elektriğini topraktan üretir. Tabi yasal yollarla değil." dedi heyecanla.

   Sadece yavaşça başımı sallamakla yetindim. Gittikçe yaklaştığımızda parlayan gözlerimi buradan alamadım. Biri büyük, diğeri ona nazaran küçük iki bina ve üstlerinde çevreyi saran büyük ağaçların üzerlerine oturtturulmuş küçük ağaç evler vardı. Hepsi güzelce işlenmiş tahtadan binaların en büyüğünün üzerinde yine ışıkla parlayan bir tabela bulunuyordu. HELIX yazısı yanıp sönüyordu.

   Su Şehrindeki en uğrak tavernalar tünelde ve çevresindeydi. Oysa onlar bunun yanında umutsuzlar yuvası gibi kalırlardı.

   Toprak yoldan çıkıp girişe geldiğimizde girişte bekleyen iki iri yarı adam baştan aşağı kahverengi giysiler içindeydiler. Bizi gülümseyerek buyur ettiklerinde kapıdan geçtik. Üzerimizdeki küçük kumaş parçalarıyla her yere girmek, burası kadar kolay olurdu eminim ki. 

QUADRA GÜNLÜKLERİ SERİSİ I- Bağlar ve KüllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin