Radiohead, Exit Music
Rei 6, Dursun Zaman🕸️
Bir yerlerde her kalbin katilini sevdiğine dair bir şey okumuştum ve onun yanı sıra da çok meşhur olan bir sözü biliyordum 'herkes öldürür sevdiğini' diye. Bu iki cümle ne kadar benzer dursalar da aslında birbirlerine tamamen zıtlardı. Mesela benim kalbim katilini sevmişti ama katilim sevmemişti beni hiçbir zaman. Ruhumu acımasız bıçak darbeleriyle deşmesinin nedeni beni çok seviyor oluşu değil benim dünyada olmamdan bile rahatsız oluşuydu.
Ama ben buna rağmen, tüm bu yaşananlara rağmen katilimi sevmeyi kesemiyordum. Bu hastalıklı bir durum gibi gözüküyordu ama bir çocuk nasıl bırakabilirdi ki ilk aşkı olan babasını sevmeyi? Bırakamazdı. Ama işte artık kopuyordu içimdeki her şey. O küçük kız çocuğu bile fark ediyordu sevdiği insanın nasıl bir katil olduğunu. Nasıl sevdiği tüm insanları ona düşman ettiğini, sevdiği insanlara nasıl zarar verdiğini ve ondan neler çaldığını... Tüm hepsini görüyordu ve kalbindeki o katili silmeye çalışıyordu.
Önüme konan kupayla düşüncelerim bir toz bulutu gibi odanın içine dağıldığında başımı kaldırıp karşımdaki sandalyeye oturan Barlas'a baktım. Ona baktığımda ne kadar zamandır düşüncelerimin içinde kaybolduğumu fark ettim. Mesela ışıkları kapattığını görmemiştim, ya da etraftaki mumları yaktığını. En son hatırladığım şey beni buraya oturtup sobayı yaktığıydı. Sonrasında yaptığı hiçbir şeyde bilincim yerinde değildi.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu dumanı tüten kahve bardağını dudaklarına götürmeden hemen önce. O an fark ettim önüme koyduğu kupadaki sıcak kahveyi. Parmaklarımı kupanın etrafına sarıp kupayı avucumun içine aldım.
"Hiç."
"Hiç?"
Omuzlarımı silkip kupayı dudaklarıma götürdüm ve sıcak kahveden büyük bir yudum aldım. Boğazım bir an yandı ama anında geçti ve içimi ısıttı. Gözlerimi kapatıp kahvenin kokusunu içime çektim. Biraz, çok az kafein bağımlılığım vardı sanırım. Geçmişimden bir hiç diye bahsetmek sorun değildi, geçmişim bir hiçten ibaretti.
Gözlerimi açıp evin içinde gezdirdim. Oturduğumuz masa tam giriş kapısının karşısında duruyordu, büyük ihtimalle ceviz ağacından yapılmıştı. Barlas'ın arka tarafında küçük bir mutfak tezgahı duruyordu ve mutfakta tamamen ahşaptandı.
Benim tam arkamda ise salon duruyordu, camın hemen önünde bir soba vardı önünde minderler... Sağ tarafta geniş bir koltuk, koltuğun yan tarafında bir banyo. Giriş kapısının hemen yanında tahta bir merdiven vardı ve yukarıda bir yatak odası vardı. Genel olarak tüm ev ahşaptandı, çok büyük değildi, çatısı üçgendi ama insanın içini ısıtan bir sıcaklığı vardı.
"Beğendin sanırım" içi boşalan kupayı masanın üzerine bırakıp tebessüm ettim. "Çocukluğumun ve gençliğimin çoğunu dedemin çiftliğinde geçirdiğim için böyle ahşaptan olan evler içimi ısıtıyor" bana gülümsedi ve önümdeki kupayı alıp masadan kalktı. Bardakları tezgaha bırakıp tekrar masaya oturmadan önce su ısıtıcısını yeniden açmıştı. "Dedeni mi düşünüyordun?" başımı sakince iki yana salladım. "Dedem beni anlayacaktır, o beni her zaman anlar" gülümsedim.
"Ne kadar ona karşı çıkmana sinirlenmiş olsa da savunduğun kişi bendim" tek kaşını kaldırdı anlamadığını belirtmek istercesine. "Yani, senin peşinden çıkıp geldiğim için bana kızmaz" dedim.
Su kaynadığında oturduğu yerden kalktı ve ikimize de tekrar kahve yaptı. Kupayı önüme bıraktığında "burası senin mi?" diye sordum. Karşıma oturdu ve cevap vermeden kahvesinden bir yudum aldı. "Benim" kupayı masaya bırakıp gözlerini gözlerime dikti "ama kimse burayı bilmiyor ne ailem ne de herhangi bir arkadaşım" kahveden büyük bir yudum aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEHENNEM YILDIZI
Teen FictionO parlıyordu, o bütün bu karanlığın içinde bile parlayabiliyordu. Onun için hiçbir tanım bulamıyordum ama bulmuştum, o bir cehennem yıldızıydı... Benim yıldızımdı.