34: Mektup

18 1 0
                                    

Döndük çiçeklerim, yeni gelmedik geri geldik. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, ne kadar kalabildiysek...

It's Ok, Tom Rostenthal
Why Din't You Stop Me, Mitski

Bir serçe kadar kırılgan, bir kaplan kadar vahşi...

Kendimi tanımlayacak olsam kuracağım cümle bu olurdu. Her iki yanımı da ancak değer verdiğim insanlara veya onlarla ilgili bir konuda gösterirdim. Aksi takdirde bana baktığınızda gördüğünüz tek şey bir duvardan başka bir şey olmazdı. Bunu kendime yapan ben değildim, yaşadığım, yaşamak zorunda olduğum hayattı. Ben acı çekmeye, ihanete mahkum bir insandım.

'Ölü balık gözlerini üzerime dikmeyi kesip ağzını açıp tek kelime edecek misin?'

Dişlerimi sıkarak Selene'in iplerini daha sıkı kavradım ve hızlanmasını sağladım. Selene hızlandıkça rüzgar saçlarımı ve aynı şekilde kafamın içindeki düşünceleri de saçlarımı savurduğu gibi savuruyordu. Selene hızlandıkça sıkıca kavradığım ipleri sıkmayı bıraktım, sanki Selene ne yapacağımı anlamış gibi hızını kesmeye çalıştı ama ben çoktan kendimi serbest bırakmıştım.

Bedenim yere çarptığında sırtımda güçlü bir acı hissettim önce ardından bedenim yuvarlandı ve sürüklenerek kaydım. Kaydığım yerde gözlerimi açmadan, nefes almadan, hareket dahi etmeden durdum öylece. Selene'in kaydığım yerin yukarısında durduğunu biliyordum. Sesler vardı, görüntüler vardı bulanık ama net değildi hiç bir şey.

'Seni hep bulurum.'

Zaman bende bir çok şeyi değiştirmişti, ölümden dönmek hatta ölüp geri gelmek beni tamamen farklı bir yola sokmuştu. Eskiden nadir gülümserken şimdi dudaklarımda sürekli bir vardı tıpkı Ömer'de olduğu gibi. Silahlar artık korktuğum bir şeydi, evet ilk vuruluşum değildi ama bu farklıydı. Ben bu sefer gerçekten ölmüş ve dirilmiştim, artık hayatımı yaşıyordum.

Gözlerimi açıp yattığım yerden hızla kalktım. Elimi kalbimin hemen altına, yara izinin üzerine bastırdım ve dişlerimi sıktım. Gözlerimi Selene'in gözlerine çevirdim ve bana üzgün gözlerle baktığını fark ettim. "Belda."

Uraz'ın sesini duyduğumda düştüğüm yerden çıkmak üzereydim. Elini uzatıp beni yukarı çektikten sonra herhangi bir yerimde bir şey olup olmadığını kontrol etti. "İyiyim" dedim ellerini tutarak "endişelenmene gerek yok bir an dengemi kaybettim" hayatımı olabildiğince yaşıyordum en azından. Uraz beni biraz daha inceledikten sonra Selene'e doğru ilerledi ve üzerine çıktı "gel" dedi başıyla arkasını işaret edip. Ben değişmiştim ama etrafımdaki herkes hala aynıydı ve benim yeni karakterime hala alışamamışlardı.

Uraz'ın arkasına geçip kollarımı beline doladım ve başımı sırtına yasladım, kafamın içinde dönüp duran o seslerin varlığına o kadar ihtiyaç duyuyordum ki uzun zamandır. Onlar yoktu ve aklımda tek şey de o'ydu. O ve gidişi. O ve onu gönderişim.

Onun sesi, cümleleri, bakışı, kokusu, dokunuşu ve ruhu.

Uraz Selene'i ahırın önünde durdurduğunda indim ve onlar ahıra ilerlerken ben eve geçtim, mutfağa girip yemek yapan Suzan ablayı gördüğümde arkasından yaklaşıp yanağından makas aldım. "Ödümü kopardın kız" kestiği havuçlardan bir parça alıp ağzıma attığımda bakışları üzerimde dolandı "ne bu halin?"

"Düştüm ya."

"Yine mi?"

"Vallahi düştüm" dedim inandırmaya çalışarak ama ne onu ne de bir başkasını sadece düştüğüme inandıramıyordum. Düşüyordum, isteyerek yapmıyordum ama düşmeyi de engellemiyordum. "Hadi git temizlen gel, yemeğe oturacağız birazdan" elimi alnıma götürerek asker selamı verdikten sonra mutfaktan çıkıp merdivenleri tırmandım. Odamın kapısını açıp arkamdan kapattıktan sonra sırtımı kapıya yasladım ve o an gülümsemem yavaşça silindi, kendimle baş başa kaldığım her an olduğu gibi.

CEHENNEM YILDIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin