Dün gece yaptığım şeyin ardından şu an kalkıp mutfağa gitmek zor geliyordu. Utanıyordum. Oturup düşündüğümde yaptığım şeyin ne kadar saçma olduğunu fark etmiştim çünkü. Diğer bir çok şey gibi.
Farkındaydım bunu. Her şeye büyük bir heyecan ve hevesle yaklaşıyordum. Tiyatroya ya da motora mesela. Çünkü hiç bir hobimi gerçekleştirememiştim. İstediğim şeyleri yapabiliyor olmak ya da bunun düşüncesi bile kalbimi pırpır ettiriyordu.
Yoongi bir de. Heyecanlanıyordum onun yüzünden. Bana baktığında, dokunduğunda ya da benimle konuştuğunda. Bana kibar ve anlayışlı yaklaştığında aptal gibi gülümsüyordum. Ona sarılıyordum, öpüyordum. Liseli bir aptal gibi davranıyordum. Evet bunu da farkındaydım. Yaşayamadığım o aptal lise ilişkisini yaşayacağımı mı sanıyordum? Bilmiyorum ama böyle oluyordu işte. Koskoca emniyet amirine karşı yaptığım bu hareketler utanç vericiydi. Kardeşi yaşındaydım ve o bana evini açmış yardım sever bir adamdı. Ben ise... aptaldım.
Yine de o da suçluydu bu konu da inkar edemezdim. Neden böyle yapıyordu? Yaptığı o hareketlerin bende yarattığı etkiyi fark etmeliydi. Ve bunu yapmamalıydı.
Her şeyin sonunda ise yüzleşmeden kaçamazdım. Beni işe de o bırakacaktı hem. Derince bir nefes verip tüm düşüncelerimi kafamdan atmaya çalıştım ve kapıyı açarak çıktım odadan. Mutfağa girdiğimde sofrayı hazırlıyor olduğunu gördüm. "Günaydın efendim." Kısık bir mırıltı ile bana dönmüştü. "Günaydın." Dedi o da. Yanına gidip ona yardım etmeye başladım ardından.
Bir kaç şeyi masaya taşımış ve son olarak da kendime bir su bardağı almıştım. Arkamı dönüp masaya ilerlemekti amacım ama arkamı döner dönmez dibimde gördüğüm Yoongi'yi kesinlikle beklemiyordum. Kesilen nefesim ile parmaklarımda ki güç sanki çekilmişti. Elimden kayan bardağı hızlı bir refleks ile tutan sevgili emniyet amiri onu arkamda ki tezgaha bıraktı.
Şokla aralanmış gözlerime baktı kıstığı gözleriyle. Burnuma nüfuz eden kokusu ve oldukça yakınımda ki vücudu yüzünden aklım çalışmayı durdurmuş gibiydi. Bardağı bırakan elini kaldırıp kaküllerimi düzeltti yine. Bu hareketi her yapışında kalbim kendini kaybediyordu. Basit bir hareketti ama basit hissettirmiyordu işte.
"Bu arada..." Sessiz ve hoş mırıltısı ile başladı konuşmaya. Bu sırada parmakları kaküllerimden ayrıldı yavaşça ve gözlerime baktı yeniden. "cinayet silahın artık maviliklere gömüldü." Fısıltısı ile şaşkınlığım mümkünmüş gibi artmıştı. Gözlerimi gözlerinden ayırmamak için büyük bir çaba veriyordum bu esnada. Çünkü bana yakın olan yüzü ve hizamda olan dudakları... Her neyse. Ne diyorduk? Cinayet silahım. Evet. "G-gerçekten mi?" Kekelemiştim ve bu konu da şaşkın değildim. Sorum ile başını aşağı yukarı salladı yavaşça. Gözleri gözlerimden ayrılmıştı bu esnada. "Gerçekten. Dün hallettim fakat şimdi söyleme şansım oldu." Yüzümde gezinen gözleri yüzünden nefes alamıyordum.
"Teşekkür ederim." Zorlukta söylediğim iki kelime esnadında heyecandan boğazımın kurumuş olduğunu fark etmiştim. Teşekkürümün ardından öylece durmaya devam ettiğinde gözlerimi kaçırmış ve boğazımı temizlemiştim. "Geri... çekilecek misiniz?" Kısık bir sesle söylediğim şey sonrası geri çekilmek bir yana dursun daha da yaklaşmıştı bana. Ellerini iki yanımdan tezgaha koyduğunda beni bedeni ve tezgahın arasına hapsetmiş olmuştu.
Kalbimin atışları yükseldiğine bana doğru eğildiği için bu sesi duymaması bir müzice olurdu. Yüzüme yaklaşan yüzü ile bayılmama az kalmıştı. Başını hafifçe yana yatırdı ve kıstı gözlerini. Gözlerime baktı. "Ne yapmaya çalışıyorsunuz?" Zorlukla sordum bu soruyu. Sesimi çıkarmayı nasıl başardığım hakkında hiç bir fikrim yoktu.
Gözleri gözlerimden indi. Gittiği yerin dudaklarım olması hiç beklemediğim bir şeydi. Sendeledim durduğum yerde ve bu sendelemem ile yeniden gözlerime bakabildi. "Sen bana ne yapıyorsan aynısını." Diye cevapladı sorumu. Ne yapıyordum ki ben ona? Bişe mi yapıyordum? Ne yapıyordum? Hiç bilmiyordum şu an. "Ben ne yapıyorum size?" Bir kez daha zorlukla bulduğum sesimle sordum.
"Sen gayet iyi biliyorsun ne yaptığını küçük hanım." Biliyor muydum? Ne biliyordum? Sanırım aklımı kaybetmiştim. Titrek nefesimi çektim içime ve gözlerine bakmaya devam ettim. Cevap veremedim daha fazla. Konuşacak mecalim kalmamıştı pek. Bahse vardım ben ona bunu hiç yaşatmamıştım.
Şükürler olsun ki yavaşça geri çekildi. Uzaklaşan kokusu ve bedeni ile yeniden nefes alabildiğimi hissedebilmiştim. Derin bir nefesle kalkıp inen göğsüm sonrası başımı başka bir yere çevirmiştim. Titreyen ellerim ile tezgahtan destek alarak bir adım atmış ve sırtımı dayadığım yerden uzaklaşmıştım.
Kendimi zorlukla masaya attığımda gözlerimi ondan kaçırmakta da ısrarcıydım. Bir kaç saniye sonra ise Min Yoongi önüme su dolu bir bardak bırakıp kendi yerine geçmişti. Bir su uğruna yaşadıklarımın ardından o suyu almayı unutmuştum.
Neyse ki Yoongi unutmamıştı. Bardağı elime alıp bir kaç yudum içerek kendimi biraz daha toparlamamın ardından da sessizce yemeğe başlamıştım. O da benim gibi sessiz kalmıştı tüm yemekte. Tüm yemek gözlerimi ondan kaçırmaya ise devam etmiştim elbette.
•
Min Yoongi
Önümde ki dosyayı okurken odaklanmakta oldukça zorlanıyordum. Çünkü son bir kaç haftadır olduğu gibi yine aklımı bulandıran bir küçük hanım vardı. Gözümün önünde belirip duruyordu, aklımı işgal ediyordu. Görüntüsü, kokusu, ses tonu zihnimden çıkmıyordu bir türlü. Gülüşü kalbimi hızlandırıyordu.
Bu neydi bilmiyordum. Aşk? Aşk olduğunu sanmıyordum. Aşk böyle olamazdı. Bu çok başka bir durumdu.
Dosyanın kapağını kapattım sertçe ve yüzümü sıvazladım derin bir nefes eşliğinde. Arkama yaslanıp bakışlarımı odamın camından gözüken şehre çevirdim.
Yaralandığım gün yaptığı telaşın ardından bana sarılması... Böyle basit bir şey nasıl kalbimi hızlandırabilirdi? Nasıl ellerimi titretebilirdi? Dün gece küçük bir çocuk gibi yanağımdan öpüşü nasıl gözlerimin kararmasını neden olabilirdi?
Kardeşim yaşında olduğu için, şiddet dolu bir hayat yaşadığı için hep kendimi geri çekmiştim. Fakat o bunu engellemek için her şeyi yapıyordu resmen. Bu sabah onu tezgahla arama sıkıştırdığım esnada; öpmemek hayatımda verdiğim en büyük savaştı kesinlikle.
Gerginlikten titreyen sesi, nefesi ve gözleri karşısında dimdik durmaya çalışmak. Şaşkınca aralanmış dudaklarına bakmak ve onlarla aramda ki kısacık mesafeye rağmen öpmemek. Çok zordu.
Belki de yapmamalıydım bunu. Belki de hataydı. Benim için heyecan yaratan bu olay onu korkutmuştu belki de. Travmalarını getirmişi gözünün önüne? Bilemiyordum ama eğer buna sebep olduysam büyük bir vicdan azabı çekeceğime emindim.
Oturduğum yerden kalkıp masamın üzerinden bir dal sigara ve çakmağımı alarak balkonuma çıktım. Dalı dudaklarım arasına yerleştirip ucunu çakmağım ile tutuşturdum. Zehirli dumanı derince içime çektim.
Düşüncelerim içersinde boğulduğum saniyelerin ardından balkonun kapısı tıklatılmış ve ardından açılmıştı. Karşımda gördüğüm kişi ise Namjoon'du.
"Ne oldu?"
"Amirim şu silah kaçakçısının sevkiyatı için elimize bilgi geldi. Bu akşammış." Sigaramdan son dumanı da çekmiş ve içeri girerken kenarda ki küllükte söndürüp konuşmuştum. "Güzel... Hazırlanın. Jennie ile Taehyung'u ise benim odama gönder. Hemen şimdi ama."
"Emredersiniz amirim." O odadan çıkarken bende masaya ilerleyip toparlanmaya başlamıştım.
•
Omg.
Omg yani cidden ödsoöxowöxps nasıldı hoşunuza gitti mi bari? "ÖPÜŞME ÖPÜŞME ÖPÜŞME" yorumlarınız şimdiden gözümün önünde canlandı evet😡 lütfen sakin olalım küçük hanınlar xosmxoöslzözmso
Bu bölümün yoongisini kendi ağzı ile okudunuz zaten atlıyorum o yüzden. Sonra ki bölümde görüşürüüzizğzüzüz🖤🖤🖤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
koi no yokan, yoonsoo
FanfictionEmniyet amiri Min Yoongi, eşini öldüren ve gözlerinde yıldızlar olan genç kız ile karşılaşır. "Gözlerinizde yıldızlar var küçük hanım...O yıldızların parlamaya devam etmesi tüm lekelere değer gibi hissettiriyor."