Islak saçlarımı taramış ve oturma odasına doğru yönelmiştim. Haftasonu gelmişti ve tatilime sıcak bir duş alarak girmiştim. Lalisa abisi ile yaşadıkları gerginlik yüzünden burada kalmamış ve geri dönmüştü. Jennie'nin vurulması yüzünden buluşmamız zaten iptal olmuştu.
Yarın pazardı ve muhtemelen Yoongi yine işe gidecekti. Kendisine asla izin vermiyordu. Hastanede sabahladığı gün bile duş alıp ardından emniyete geçmişti. Neden bu şekilde yoruyordu kendine anlamıyordum ama onu ikna etmem gerekiyordu dinlenemsi için.
Salona attığım adımla birlikte koltukta rahatça oturmuş ve başını arkaya yaslayıp gözlerini yummuş olan Yoongi yavaşça başını kaldırıp bana bakmıştı. "Saçlarını kurutmayı sana nasıl öğreteceğim?" Bir çocuk azarlar gibi konuştu yorgun sesiyle. Yanına doğru adımlarken mırıldandım. "Peki ben sana dinlenmenin önemini nasıl anlatacağım?" Gidip yanına oturmuştum. Başını yeniden arkaya yaslamıştı ama bana dönüktü.
Onu resmetmeyi, betimlemeyi ve her ayrıntısını aklıma kazımayı çok seviyordum. Mesela şu an; siyah saçları dağınıktı, adem elması kendini belli ediyordu, yorgun gözlerinin içi kırmızıydı, göz altları morarmıştı, dudakları her zamanki gibi kalemle çizilmişçesine kusursuzdu.
"Yorulmuyorum." Dedi çocuk kandırır gibi. Bu haline alayla gülmüştüm. "Gözlerin ve sesin aynı şeyi söylemiyor." Cevabımla birlikte sessizliğini korumuştu. Onun gözleri de dikkatle benim yüzümü tararken elimi elinin üzerine koymuştum. Bu hamlem hafifçe kaşlarını çatmasına neden oldu. "Yarın işe gitme." Sanki çok imkansız bir şey demişim gibi düşünmeden yanıt vermişti. "Gitmem gerek."
"Nasıl gerek? Sen bir gün işe gitmesen ne olabilir ki?" Hızla sordum bende. Derin bir nefes verip başını tavana çevirmişti. "Tatil yapmama gerek yok Jisoo."
"Tüm ekibe bir haftalık tatil verdiğini biliyorum! Onlar dinlenebiliyorken sen neden çalışıp duruyorsun? Sende çok yoruldun ve stres oldun. Bunu yapma kendine." Sıkıntıyla nefes verdi ve yüzünü sıvazladı. Yerimde kıpırdandım ve sessizce konuştum. "Yarını benimle geçirsen..." Utangaçça konuştuğumda yüzünde ki elini indirmişti. Kaşları çatık bir şekilde bana döndü.
Bu hamlesi daha da paniklememe neden olmuştu nedense. Yani ondan utanmaya devam ediyordum ve hala ona sen diye hitap etmeye alıştım denemezdi. Bana uzunca bakmış ve ardından kısıkça konuşmuştu. "Jisoo işi aksatamam." Cevabı ile kaşlarım çatıldı hızlıca. Beni sinirlendirmişti. Kesinlikle beni sinirlendirmişti.
Dudaklarımı birbirine bastırıp derin bir soluk alıp verdim. "Pekala." Dedim sessizce. Bana bakmayı sürdürdüğü sırada ise ayaklandım. "Pekala. Akşam yemeği için masayı kurayım, acıkmışsınızdır efendim!" Trip atarcasına konuştuğumda bu ses tonuma bile yansımıştı.
Onu ardımda bırakıp hızlı adımlar ile mutfağa girdiğimde kaşlarım hala çatıktı. Yemekleri ısıtırken ve sofrayı kurarken söylenmeye devam ediyordum. "Bu konuda neden bu kadar net anlayamıyorum! Ne var biraz dinlense? Sanki dünyayı kurtaracak! Cidden-" Cümlemi yarıda kesen arkamda hissettiğim bedendi. Gözlerim irice açılırken ne yapacağımı şaşırmıştım. Duymuştu değil mi dediklerimi? Elbette duymuştu. Arkamı dönmek için bir hamle yapmaya çalıştım ama buna müsade etmedi.
Hiç beklemediğim bir hamlede bulundu ve kolları belime sarıldı. Kalbim göğsümü delip çıkacak bir hıza ulaştığında nefes almayı bırakmıştım. Gözlerim hala şaşkınca açıkken kulağımın dibinde fısıldadı. "Efendim hah? Sinirlendiğinde beni nasıl kızdıracağını buldun demek küçük hanım." Kulağımın dibinde ki boğuk fısıltısı ile gözlerimi yummuştum istemsizce. Öldürecekti beni şuracıkta!
Dudakları boynuma indi yavaşça. Bu gözlerimi daha da sıkı kapatmama neden olmuştu. Boynuma temas eden güzel dudakları oraya zarif bir öpücük bıraktı. Karnımda birleştirdiği parmaklarını hareket ettirip varlığını hissettirdi. Başımı arkaya yatırıp ona daha rahat bir alan sunmamak için kendimle büyük bir savaş verdim. İrademi bu kadar hızlı kaybetmemiliydim!
Derince yutkunduğumda dudaklarının hissiyatı yeniden kulağıma doğru yaklaştı. "Sanırım dünyayı kurtaracak kişi de olsam yarın seninle olacağım. Bana her şeyi yaptırabilecek güce sahipsin ve bu seni çok tehlikeli biri yapıyor Jisoo." Min Yoongi tehlikeli bir silahtı ve tetikte ki parmakta bana aitti. Bu gerçeklik ile kalbim başka bir heyecanla sarılmıştı.
Yavaşça geri çekilmiş ve ardından belimde ki elleri ile beni kendine döndürmüştü. Sırtımı tezgaha yaslayıp beni yine kendine hapsettiğinde bir kez daha zorla yutkunmuş ve başımı zorlukla kaldırmıştım. Heyecandan büyümüş gözlerimi onun gözlerine diktiğimde benimkine kıyasla onda ki duygu daha tehlikeliydi. Ve ben hala tam anlamıyla nefes alıyor değildim.
Islak saçlarıma dokundu parmaklarıyla. Yüzüme düşen tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı yavaşça, ardından dağınık kahküllerimi düzeltti. Bu sırada gözleri de saçlarımdaydı. Ben ise onun yüzünü bir kez daha zihnime kazımakla meşguldüm. Gözleri beni buldu ardından. Ve yüzü yüzüme yaklaştığında gözlerimi yumdum.
Fakat beklediğim olmadı. Dudaklarını hissedemedim. Yakınlığı oldukça netti yine de. "Şimdi." Diye mırıldandı ve bu mırıldanış ile dudakları dudaklarıma değdi. "Adımı söyle." Tanrım. Tanrım! Bu herif beni deli mi etmek istiyordu? Dudaklarımı araladım ve bir kez daha onun dudaklarına temas etmiş oldum. "Sende..." Dedim onun gibi fısıldayarak. "Zihnimi nasıl bulandıracağını buldun demek Min Yoongi." Fısıltıma karşılık kısık bir sesle gülmüştü.
Ve sonunda dudaklarımızı birleştirmişti. Davetkârca araladım hemen dudaklarımı ve o da yerini aldı. Yavaş ve güzel öpüşleri arasında yine ve yine aynı hisleri yaşayarak karşılık vermiştim ona. Belimde ki parmaklarının hissiyatı sanki arzuma arzu katıyor gibiydi ve bu öpüşmeyi daha da derinleştirmek istememe neden oluyordu. Parmaklarım siyah gömleğinin yakalarını sarmıştı sıkıca. Geri çekilmesine izin vermeyerek onu kendime çekiyordum. Bu keyifle gülümsemesini sağlıyordu dudaklarım üzerinde. O da belimde ki parmakları ile beni tamamen kendine yasladığında vücutlarımızın teması nabzımı daha da hızlandırmıştı. Ta ki telefonun zil sesi evde yankılanana kadar.
Bu ikimizin de yavaşça geri çekilmesine neden olduğunda gözlerimi aralamıştım. O ise kapalı gözleri ile önce homurdanmıştı. "Bu her kimse canına okuyacağım." Yavaşça geri çekildiğinde bıraktığı boşluk sendelememe neden olmuştu. Masanın üzerinde ki telefona ilerlediğinde bende arayana bakmıştım. Kim Seokjin yazıyordu. Bu o polislerden biriydi.
Telefonu açıp kulağına dayadığında ben de olduğum yerde durmaya devam ediyordum. Çünkü hareket etmek için kendimi toparlamam gerekiyordu önce. "Efendim?" Sorusu ile kaşlarını çatmış ve karşıyı dikkatle dinlemişti. "Ne?" Şaşkın tepkisiyle merakla daha dikkatli dinlemeye başlamıştım. Gözleri beni buldu ve bu sırada sordu. "Nasıl olmuş?" Gözleri üzerimdeyken karşıyı dinlediğinde benimde kaşlarım çatılmıştı. Bir süre sonra ise derin bir nefes verdi. "Tamam. Geliyoruz." Telefonu kapattığında merakla sormuştum. "Ne oldu?" Meraklı sorumla cevabı gecikmemişti. "Annen... ölmüş." Söylediği şey kalbime büyük bir darbe indirmişti.
•
Dırırırı😔
Neyse bize ne annesinden iyi cilveleştik be ehehe😋 birbirleriyle nasıl uğraşacaklarını buldular zkwmzowmspaöso of bu iki salağı çok seviyorum ben🫶
finale yaklaşmak istiyorum artık ama hiç yaklaşmışız gibi hissetmiyorum. BU KİTAP DAHA NE KADAR DEVAM EDİCEKK XOSMXOWMXPSL kötü son olunca final bulmak kolay ama mutlu son için bulamıyorum ve bu aklımı çeliyor🫡 sonumuz içim hayırlısı olsun çiçenkler👋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
koi no yokan, yoonsoo
FanfictionEmniyet amiri Min Yoongi, eşini öldüren ve gözlerinde yıldızlar olan genç kız ile karşılaşır. "Gözlerinizde yıldızlar var küçük hanım...O yıldızların parlamaya devam etmesi tüm lekelere değer gibi hissettiriyor."