Yoongi bana iş ayarlayacağını söylemiş ve bunu hızlıca halletmişti. Bu sabah evden birlikte çıkmıştık ve adliye binasına gelmiştik. Burada savcı Hoseok ile çalışacaktım. İçimde bir heyecan vardı ve kalbim sürekli hızlı hızlı atıyordu. Her yerde cübbeli, elinde dosyalar olan hukuk insanları vardı. Onlara bakarken gözlerim ışıldıyor ve o cübbeleri kendi üzerimde hayal ediyordum. Yüzümde ki gülümseme ve yanımda ki Yoongi'nin varlığı huzur veriyordu.
"Burada başına polis dikmeyeceğim. Zaten her yer savcı ve güvenlik görevlisi dolu. Sen adliyeden çıkmamaya çalış. Hatta direkt çıkma!" Son cümleyi net bir şekilde söylemişti. "Her sabah ben bırakacağım seni ve her akşam ben alacağım." Derin bir nefes verdim. Başımı çevirip ona baktığımda gergin gözüküyordu. "Efendim bunları üçüncü anlatışınız ve inanın ilkinde anlamıştım." Derin bir nefes verdi yalnızca.
Döndüğümüz koridorda sıralı kapılarından birinin önünde durduk. Kapıyı tıklattığı sırada gözüm yanda ki isme takıldı hemen. Savcı Jung Hoseok. Heyecanım ile boğazımı temizlemiş ve kumaş pantolonum ile üzerimde crop gömleğimin sağını solunu düzeltmiştim. Yoongi kapıyı açıp içeriye girdiğinde savcının ayaklanmış olduğunu gördüm.
İkisi selamlaştıktan sonra savcı bana dönmüştü ve eğilerek selam vermiştim. "Hoş geldin Jisoo."
"Hoş buldum efendim." Yoongi derin bir nefes vermiş ve konuşmuştu. "Ben gidiyorum. Size iyi çalışmalar." Bana son kez bakmış ve hafifçe gülümsemişti. Kalbimde bir kelebek ordusu uçuştuğunda bende ona gülümseyerek karşılık vermiştim. Ardından savcıya döndüm. "Jisoo sekreterim olarak çalışacaksın burada. Bana gelen dava telefonlarına falan cevap vereceksin, ihtiyacım olan şeyleri araştıracaksın, bazı ufak tefek ıvır zıvır işlerden de sen sorumlusun maalesef. Merak etme ama çok yorulmayacaksın." Son dediği şey ile gülümsemiştim. Tek eli ile oda ki masayı gösterdi. "Burası senin odan." Ardından yan tarafta ki odayı gösterdi. Aramızda yalnızca bir cam vardı ve orası daha büyüktü. Dosyalar ile doluydu. "O tarafta benim odam. Yani biri benimle görüşmek isterse öncelikle seninle muhattap olucak. Bu kadar."
"Tamamdır. Elimden geleni yapacağım efendim." Gülümseyerek konuştuğumda o da kısık bir sesle gülmüş ve son olarak masanın üzerinde ki ajandayı göstermişti. "Şu ajanda önce ki sekreterimin kullandığı ajanda. Onda yapacağın şeylerin detayları falan yazıyor. İncelersen işin kolaylaşır. Kolay gelsin Jisoo."
"Teşekkür ederim." Arkasını dönüp kendi odasına geçtiğinde bende yüzümde ki gülümse ile masama oturmuştum. Cebimde ki telefonu çıkartıp kenara koyduktan sonra da ajandayı incelemiştim. Dediği gibi yapacağım işlerin detayları ve daha bir çok bilgi vardı.
Akşama kadar her şeyi kolayca öğrenmiş ve yapmıştım. Zaten hakim olduğum şeylerdi ama yine de bilmek ve yapmak arasında ufak farklar da vardı. Yine de iyi bir performans sergilediğimi düşünüyordum. Saat altı olduğunda bay Hoseok çıkabileceğimi söylemişti. Yoongi aramış olmama rağmen açmamıştı.
Bu yüzden adliyenin önünde oturmuş yaklaşık yarım saattir bekliyordum. Mesaj atmış ve tam beş kere aramıştım ama bakmamıştı. Endişe ile sarılmaya başladığımda ise gözlerim dolmuştu. Neden açmadığını düşünüp duruyordum dakikalardır. Başına bir şey mi gelmişti? İyi miydi? İyidir değil mi? Tanrım ben kafamda kuruyordum kesinlikle. Yalnızca yarım saattir yoktu. Belki bir sorguda bile olabilirdi. Abartmamalıydım ama abartmadan duramıyordum.
Yerimden gergince ayaklanıp bir kez daha aradığımda gergin geçen iki saniyenin ardından telefon yanıtlanmıştı. "Geliyorum Jisoo. İki dakikaya oradayım." Direkt konuşması ile gözlerimi yumup derin bir nefes vermiştim. "Tamam efendim." Telefonu kulağımdan çekerken elim göğsümü bulmuştu. Korkudan sıkışan kalbim sonunda rahatlamış gibi sakince atmaya başlamıştı.
Gözlerimi aralayıp içime rahat bir soluk daha çektim. Hızla kendimi toparladım ve ardından da Min Yoongi'nin arabası hemen önümde durdu. Hızlıca aracın yanında bitip kapıyı açtım ve bindim. Bu sırada homurdanmayı da ihmal etmemiştim. "Efendim beni çok endişelendiridiniz. Bu yüzden arayıp durdum kusura bakmayın ama cidden başınıza bir şey geldiğini düşündüm." Kapıyı ardımdan kapatmıştım bu sırada ve yeniden dolan gözlerimi ona çevirmiştim. Görüntüsü ile kaşlarım çatıldı hafifçe. Her sabah özenle arkaya taradığı saçları dağılmış gözüküyordu. İçinde yeleği ve kravatı yoktu. Dağılmış duruyordu. "Siz gerçekten-"
"İyiyim." Diyerek kesti lafımı. Arabayı harekete geçirdiğinde ben şaşkınca üzerinde gezdiriyordum bakışlarımı araba karanlıktı ve takımı da koyu renkti bu yüzden net göremiyordum. Titreyen parmaklarım tavan lambasını yaktı hızla. Çatık kaşlarıyla bana döndüğü esnada ceketinde ki yırtığı ve kanı görmüştüm. Titreyen ellerim ile hareketlendim ve konuşmak istedim. "Kemerini tak." Diyerek engelledi bunu.
"E-efendim üzerinizde kan var." Korkuyla konuştuğumda garipti ama canım da acıyordu. Derin bir nefes verdiğinde telaşım gittikçe artıyordu. "İyi misiniz siz? Yaralandınız mı? Ne oldu?" Peşpeşe sorularım esnasında gözümden bir yaş süzülmüştü. Neden bu kadar panik yaptığımı anlamıyordum ama deli gibi endişe ve korku doluydum. "E-efendim-"
Derin bir soluk vererek kesti cümlemi ve araba yavaşça ilerlerken bana döndü. Anlayışla baktı gözlerime. "Bir şeyim yok. Ufak bir sıyrık aldım. Hastanede dikiş attırdım ve şimdi iyiyim Jisoo. Endişelenme artık." Bu mümkün müydü sanki? Neden böyle diyordu? Canını kim yakabilmişti onun? Nasıl yakabilirlerdi canını? O bunu hak etmemişti.
"Ne kesiği? Ne oldu?" Sorularım devam ediyordu ve çenemi tutamıyordum maalesef. Arabayı kenara çekti bir anda. Kemerini çözerek bana döndü. Tek eli direksiyonun üzerindeyken diğer eli beklemediğim bir şekilde havada kalan ve titreyen elimi kavradı. Kalbimin endişeli atışlarına heyecan eklendi bu temasla. "Bir operasyondaydım. Kaçmaya çalışan biri ile ufak bir münasebetimiz oldu maalesef ve elinde ki bıçak ile karnımı sıyırdı. Ufacık bir sıyrık ama. Bir kaç dikiş atıldı ve ağrı kesici verildi. Şimdi gayet iyiyim Jisoo." İçimi rahatlatmak istercesine konuşmuştu ve başarmıştı da sanırım. Bunu nasıl yapıyordu her seferinde? O bir büyücü olmalıydı.
"Ben... çok endişelendim." Titreyen sesim ile mırıldandığımda sessizce bakmıştı yüzüme bir süre. "Bir şeyim yok." Demişti ardından sessizce. Ve kalbimden geçeni yapmıştım o an. Belki yapmamam gerekiyordu ama yapmıştım işte.
Hızlıca ona uzanmış ve sıkıca sarılmıştım. Başımı göğsüne koymuş ellerimi beline sarmıştım sıkıca. Gerilen bedeni kaskatı kesilmişti. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama ona sarılmak içimi gerçekten rahatlatmıştı sanki. Sıkıca sarılışımın da verdiği etki ile kokusunu ilk kez bu kadar net almıştım. Üzerine sinmiş bir sigara kokusu vardı evet ama dikkat edildiğinde kendi kokusu da silikçe ulaşıyordu insana.
Kaskatı kesilen bedeni uzun bir süre öyle kalsada ardından elleri çekingence sırtımı bulmuştu. Yaptığım hareketten ufaktan bir utanç duysam da bu utanca değicek olduğu açıktı.
•
Ay ilk kez sarıldılar😭 abartma demeyin utanmasam ağlicam öyle bir durumdayım yani...
Jisoonun bu denli endişe etmesi... yoongiye böyle değer vermesi de çok özel ayrıca. Aynen öyle.
Bölüm yoongisi; jisooyu işe bırakıp giderken çok endişe dolu olduğunu belirtmek isterim. Tüm gün onu düşündüğünü falan... aynen öyle. Ve jisoonun da kendisi için endişelendiğini görmek ve ona sarılması falan kendisini deli gibi heyecanlandırdı. Çocuk utanmasa kalp krizi geçiricek ama koskoca emniyet amiri olduğu için tuttu yani kendini.
Neysee sonra ki bölümde görüşürüz küçük hanımlar😼
ŞİMDİ OKUDUĞUN
koi no yokan, yoonsoo
FanfictionEmniyet amiri Min Yoongi, eşini öldüren ve gözlerinde yıldızlar olan genç kız ile karşılaşır. "Gözlerinizde yıldızlar var küçük hanım...O yıldızların parlamaya devam etmesi tüm lekelere değer gibi hissettiriyor."