Ciddi manada ilerlemiyo bu hikaye lan...
Min Yoongi
İşim konusunda ki disiplinimi oldukça kaybettiğimi farkında olduğum bir dönemdi. İzin kullanmam, Jisoo'nun babasına sorgu odasında attığım bir kaç yumruk ve en son da Bangjin itinin gönderdiği adamı mesleğimi kullanarak tehdit etmiş olmam. Bu tarz şeylerden tam anlamıyla nefret ederdim. İş konusunda kırmızı çizgilerim vardı. O çizgileri Jisoo yüzünden aşmıştım. Onu eve getirdiğim gün başlamıştı ve cinayet silahını yok etmem, davasına bir dostumun atanmasını sağlamam gibi olaylarla devam etmişti.
Yıllardır tüm temizliğim ile yaptığım işime son üç aydır bir çok leke sürmüştüm ve hepsinin tek bir sebebi vardı. Bir kişiden ibaretti tüm bunlar. Jisoo'nun kendisine de söylediğim gibi oldukça tehlikeli bir olaydı bu. Bana her şeyi yaptırabilecek bir gücü vardı. Rahatsızdım ama itiraz etme hakkım yoktu adeta.
Tanrım bu gerçekten aşk kadar basit bir şey miydi? Tüm bunları üç harflik bir kelimeye sığdırabilir miydik? Kesinlikle bilmiyordum. Sebebi hayatımda ilk kez bir kadına böyle hisler beslememle ilgili olabilirdi.
Elbette geçmişte ilişki yaşamıştım. En sonuncu ise o yağmurlu günde motorla kaza yapıp ölmesine neden olduğum kişiydi. Onu seviyordum. Elbette bu sevgi küçük hanıma hissettiklerim ile uzaktan yakından alakasızdı. Onu bir arkadaş gibi seviyordum ve belki da yalnızca kafalarımız uyuştuğu için başlamıştı bu ilişki. Yine de her ne halt olduysa motoruma binmişti ve benim yüzümden ölmüştü.
Bunu aşmak benim için mümkün değildi. Bir daha motora binememiştim. Çok sevdiğim ve aşık olduğum motorum yıllarca otoparkta bekleyip durmuştu beni. Sonra yine yapacağını yapmıştı Jisoo ve beni yıllar ardından bindirmişti o motora. Bu bir büyüydü sanırım. Hatta sanırım değil, kesinlikle öyleydi.
"Amirim?" Jungkook'un adımı söylemesi ile gözlerimi önümde ki dosyadan ona çevirmiştim ve böylece devam etmişti. "Şu restoranda ki dediğiniz adamı gözaltına aldık ve sorguladık ama tahmin ettiğimiz gibi Bangjin ile ilgili tek bir kelime etmedi ve öyle birini tanımadığını, yalnızca Jisoo hanımı beğendiğini tanışmak istediği için yanına gittiğini falan zırvaladı." Dedikleri ile başımı eğerek onaylamıştım onu. Gayet beklendik bir şeydi elbette ama yine de şansımı denemek istemiştim.
"Pekala salabilirsiniz." Söylediğim ile beni onaylamış ve odadan çıkmıştı. Bu Bangjin itinden kurtulmam gerekiyordu çünkü pes etmeyeceği belliydi. Sokak ortasında ki dayağı, fotoğrafımızı çektirmiş olması, şimdi ise bu. Kim bilir Jisoo'yu ne ile tehdit ederek itiraf ettirmeye çalışacaktı. Tahminimce benim üzerimden oynayacaktı oyunu ve bu beni delirtiyordu.
Derin bir nefesle oturduğum yerden kalkmış ve balkona çıkarak bir sigara yakmıştım kendime. Çok düşündüğümde ve sinirlendiğimde başıma giren ağrıyı yalnızca bu aptal sigara dindirebiliyordu. Ne kadar düşünürsem o kadar içiyordum yani. Bu yüzden şu sıralar da abartmıştım.
Eskiden Lisa yalnızca haftasonları geliyor ve o zamanlar az içiyordum ama şimdi Jisoo her gün evde olduğu için hiç içemiyordum. Bir kaç kere içmeye kalktığımda yanımda bitmiş ve onun yüzünden sigaramı erkenden söndürmek zorunda kalmıştım. Dile getirmese de beni böylece engellemeye çalışıyordu işte.
Telefonum çaldığında cebimden çıkartmış ve arayana bakmıştım. Ne zaman onu düşünsem beni arıyordu. Gerçi bunun sebebi her an onu düşünüyor olmam olabilirdi. "Efendim?" Sorumla birlikte derin bir nefes vererek yanıtlamıştı beni. "Bugün de işim erken bitti ve Chaeyoung beni evine davet etti. Oraya gideceğim. İşin bitince sende gelebilirsin. Jimin de evde olucakmış." Sigaramdan derin bir nefes çekmiş ve dumanı geri bırakırken cevaplamıştım. "Tamamdır. Gelirim bende." Eminim ki yüzüne bir gülümseme yayılmıştı.
"Pekala! Görüşürüz o zaman."
"Görüşürüz küçük hanım." Telefonu kapatıp sigaramı içmiş ve ardından odama dönüp az önce ki dosyalara tüm odağımı vermeyi yeniden denemiştim.
İş bittiğinde ise arabaya binmiş ve Chaeyoung'un adresine doğru yol almıştım. Bugün hava diğer günlere kıyasla daha sıcaktı. Bu yüzden deri mantomu çıkartıp yan koltuğa bırakmıştım ve ceketimin düğmeleri de açıktı. Yaktığım sigaram yüzünden arabanın camını yarıya kadar indirmiştim. Arabaya bağlı olan telefon çalmaya başladığında bende tam kırmızı ışıkta durmuştum. Arayan Namjoon'du. Ağzımda ki sigarayı parmaklarım arasına almış ve aramayı yanıtlamıştım. "Ne oldu?"
"Geçen yakaladığımız kendini mafya sanan andavalın, abisi Kore'ye dönmüş dün akşam. Kardeşine çok düşkün adam. Saçma sapan hareketler yapmasından endişeleniyorum. Sizinle de geçmişte takıştığı için." Şu piç... Geçmişte onu içeri tıkmıştım ama bir şekilde çıkmayı becermişti. Bu yüzden kendisi ile aramızın oldukça bozuk olduğu doğruydu. "Sadece bir tahmin üzerine mi aradın?" Sorumla derin bir nefes vermişti. "Hayır." Dedi. Tahmin ettiğim gibi. "Plakaları mimli bunların biliyorsunuz. Bir kaç saat önce görülmüşler. Şu an Seul'de olmalı." Bu defa derin bir nefes veren ben olmuştum. "Tamamdır." Telefonu kapatmak için uzanan elimi duyduğum sesle geri çekmem bir olmuştu.
Kurşun sesleri. Elbette bekliyordum ama bu çok hızlı olmamış mıydı? "Amirim!" Başımı eğerken Namjoon'un telefonun ucundan bağırmasını duymuştum. "Anlaşılan aceleleri varmış Namjoon." Başımı eğerken bağırmıştım. Kurşunlara çok fazla dayanamayan camlar parçalarını saçtığında oldukça kısa süren bu saniyeler sırasında omzumda hissettiğim keskin acının da ne olduğunu biliyordum.
Dudaklarımdan kaçan bir inilti ile Namjoon yeniden telaşla konuştu. "Ekipleri hemen gönderiyorum amirim, dayanın." Telefon kapandığı esnada bende sağlam olan kolumla birlikte belimden silahımı çıkartmıştım. Diğer omzumda ki acı yüzünden çoktan akıtmaya başladığım soğuk terlerle gözlerim de ki karıncalanma da beni rahat bırakmıyordu. Kapıyı aralayıp hızla yere çöktüm. Burada da çok kalamayacağımın bilinciyle birlikte ise susmayan kurşun seslerine bir küfür savurdum. "Orospu çocukları!"
Etrafta çığlık atarak uzaklaşan insanlara bir zaman tanıdıktan sonra ise çöktüğüm yerden doğruldum ve silahı ateş edilen yere doğrultarak ard arda tetiğe basarak kapının arkasından çıktım. Koşarak karşıda ki duvara yöneldim. Fakat yarı yolda yere yığılmamı sağlayan bu defa karnıma denk gelen kurşun olmuştu. "Siktir!" Acıyla bağırmış ve bu defa en yakınımda olan çöp kutusunun arkasına sürünmüştüm. Sırtımı yaslayıp acıyla nefes verdiğimde titreyen ellerimi karnımda ki kurşun yarasına bastırdım. "Sikeceğim böyle işi!" Başımı kaldırıp derin nefesler almaya çalırken acımı yok etmek için yapabileceğim başka bir şey yoktu. Elimin baskısı yetmiyordu ve parmaklarım arasından kanlar akmaya devam ediyordu. Kurşun sesleri susmazken gözlerimde ki kararma gittikçe artıyordu. Uğuldayan kulaklarımda duyduğum siren sesleri en azından ölmeyeceğimi anlamamı sağlamıştı.
Ardından kurşun sesleri arttığında karşımda tanımadığım bir yüz belirmişti. Üzerinde ki polis üniforması ile konuştu genç polis. "Amirim! Yetiştik, biraz daha dayanın." Hemen ardından telsizini eline almıştı. "Ambulans nerede kaldı!" Son duyduğum bu cümle ardından ise bilincim kaybolmuştu.
•
Baktım kitap ilerlemiyor kaos soktum işin içine belki az yardımcı olur diye dowmxowözpal öyle bir vaziyetin içindeyim işte yav... umarım hoşunuza gitmiştir kaos ne diyim😔🤟
Yoonsoo okumadık bu bölüm belki ama yoonginin hislerine ve düşüncelerine daha derinlemesine daldık gibi oldu. Bence bu da değerli bir bölümdü yani.
Sonra ki bölümde görüşürüz çiçeklerim haydi bay.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
koi no yokan, yoonsoo
FanfictionEmniyet amiri Min Yoongi, eşini öldüren ve gözlerinde yıldızlar olan genç kız ile karşılaşır. "Gözlerinizde yıldızlar var küçük hanım...O yıldızların parlamaya devam etmesi tüm lekelere değer gibi hissettiriyor."