Bölüm 16

371 17 0
                                    

"Görevde telefonu açamazdım." Hala bir çocuğu avutur gibiydi ses tonu...

"Biliyorum." Huysuz ama istediği olsun isteyen bir çocuk gibiydim bende...

"Beş gün sonra gördüğümde cevap vermemin bir manası yoktu."

"Biliyorum."

"Görüşeceğimizi biliyordum."

"Biliyorum."

Bunu nereden biliyordum acaba? Sesim titremeye devam ederken canı yanmış bir çocuk gibi ellerimi yumruk yapıp gözyaşlarımı sildim. Onun bakışlarındaki yorgunluk ise merhametle harmanlanmış, kalbimi deliyordu. Ayağa kalktığında yüzünde birazcık bile olsa acı ifadesi görmeyi beklemiştim. Yüzü buruşmamıştı bile. Yanındaki peçete kutusundan birkaç peçete çekip sakince karşıma geldi. Yaralıydı ama benim lüzumsuz, şımarık gözyaşlarım için o beni avutuyordu. Kendimi dövmek istiyordum.

"Ağlama. Siz gelmeden önce gördüm mesajlarını. Olası bir tehlikeye karşı köy girişini tutan ekibi görevlendirdim Kadir ve abisi için. Sağ salim eve gitmişler ama gittikleri yolda onlara yardımcı olan kişilerin kim olduğunu söylememe gerek yoktur eminim ki. Abisi incelenecek. Bu iş terör sempatizanlığı değil sadece Zühre. O çocuk işbirlikçi olabilir."

Sakince açıklama yaparken bir yandan da tek tek peçeteleri bana uzatıyordu. Ben ise karşımdaki amcamın oğluymuş gibi bir rahatlıklar burnumu siliyordum. Söyledikleri içimi rahatlatırken son peçeteyle de gözlerimi silip "özür dilerim" dedim. Kaşları çatılsa da gülümsüyordu. "Neden?"

"Yaralısın. Eminim yorgunsundur da. Görevden gelmişsin ve ben iki günlük tanıdığın bir kız olarak mesajlarıma gelmeyen cevabın hesabını soruyorum. Saçmaladım. Başını şişirmeyeyim senin, dinlen."

Çıkmak üzereyken koluma uzanan eli havada durup tekrar yanına düşünce durdum. Düşünceliydi. Görmemiş gibi devam edebilirdim ama bu kez "gitmesen?" dedi ilk kez duyduğum çekingen bir sesle. Ciddi ortamlardaki en büyük düşmanım olan soytarı "niye korkar mısın?" derken bunu sesli söylemekten bir hayli korkup dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Efendim?"

"Gitme. Sor ne yaptığımı. Yollarını nasıl açtığımı" dedi gözleri gözlerime kenetliyken. Aradaki elektriğin akımına kapılmamak için birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Ama zaten komutanın da durmaya niyeti yok gibiydi.

"Konuş sadece. Üç gün nasıl başımın etini yediysen öyle şeyler söyle. Ekmek bıçağını alıp neden gelmedin, anlat. Ne yaptın beş günde? Feride ile neler yaptığınızı anlat" dediğinde sayıklıyor gibi arka arkaya konuşuyordu. Kalbim ağzıma yükselip indiğinde beni yerime çivileyen o sözler dudaklarından dökülmüştü. "Sen çıkarsan tim içeri girip başımı şişirecek. Kafam kaldırmaz. Çıkma şimdi."

Ağzımda atan kalbim bile durmuştu sanki. Bu da neydi şimdi? Timdeki askerler başını şişirmesin diye ben soytarılık mı yapacaktım yani? Bu adam beni ne sanıyordu tam olarak? Yani tamam çok aklı başında bir kız portresi oluşturamamış olabilirdim gözünde ama bana bu denli yakınken, bu denli derin bakarken cümle böyle mi bitirilirdi? Feride haklıydı. Dayak istiyordu.

Kendimi birkaç adım geri çekip aramızdaki anlamsız çekimi sonlandırdım ve "iyisin sen iyi. Biraz alttan alayım, adam yaralı sonuçta dedim ama gerek yokmuş. Maşallahın var" diyerek kapıya döndüm. Her yükseldiğimde yaptığı şeyi yapıp sırıttı. Hakareti övgü zannediyordu ilginç bir şekilde. Bir kez daha öyle tuhaf bir an yaşamamak için hızla odadan çıktım. Son cümleleri söylemeseydi zaten soracaktım. Merak ediyordum. Neler olduğunu merak ediyordum. Onu merak ediyordum.

A.K.A.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin