Bölüm 43

176 10 2
                                    

-YAKUT FEZA-

Sağlık meslek lisesinden stajyerim olan Abdullah hastaların laboratuvar girişindeki pencereye bıraktığı idrar tahlilleri kutusunu odaya getirirken bende cihazdakileri sisteme giriyordum. Bugün hastane bir hayli yoğundu. Laboratuvar sorumlusu Derya Hanım normalde melek gibi bir insanken bugün bir hayli gergindi. Şansına gün boyu hastaların saçma sorularına maruz kalması gerekmişti bir de.

En son bir teyzenin elinde boş idrar kabıyla gelip ısrarla laboratuvara girmesi gerektiğini söylemesiyle birlikte cinlenip "laboratuvarın ortasına mı işeyeceksiniz hanımefendi! Tuvaletler karşıda diyorum size! sonra gelip buraya bırakacaksınız!" diyerek yükselmişti kadıncağız. O biraz sakinleşsin diye laboratuvar girişindeki görevleri ve hastalarla ilgilenme kısmını ben devralıp onu göndermiştim. Laboratuvar girişindeki boğaz kültürü almak için yapılan küçük odaya geçip masaya kurulduğum an bir süre dinlenebileceğimi düşünürken pencereden kafasını uzatan bir askerle masaya giden kafamı yarı yolda geri vitese takmam gerekmişti.

"Buyurun?"

"Bizim testlerimiz vardı da."

Yeni asker olduğunu düşündüğüm çocuk çekingen bir şekilde konuştuğunda "bakayım elinizdekilere" diyerek kâğıtları ve tahlil kaplarını aldım. Çocuk boğazını temizleyerek "tek değilim ama hemşire hanım. Biz askeriyeden geliyoruz" deyince ayaklanıp kapıyı açtım. En az yirmi kadar asker aralarında konuşurken gür bir ses "tek sıra olun lan. Lunapark mı burası? Şu sesinizi de kısın" deyince hepsi mum olmuştu bir anda. Aralarından çıkıp bana doğru ilerleyen o gür sesi gayet de tanıyordum. Evdeki konuşmanın üstüne onu görmek kalbimi hızlandırsa da kendi kendime "yapma kızım. İstemiyor adam gönül işi. Kendini üzersin" deyip sakinleşmeye çalışıyordum.

"Yakut?" dediğinde en azından adımı hatırlıyor olması bile bir mucizeydi. Denk geldiğimizde tek muhabbeti Demir ve Asil'le oluyordu genelde. Bazen de Sahra ile ilgili Feride'ye laf atıyordu. Ben ise kocaman bir hiçtim onun için. Selam vermek dışında ağzını bile açmamıştı bana karşı. O yüzden heyecanlanmayı kesip "hoş geldiniz denir mi hastanede bilmiyorum ama hoş geldiniz yine de" dedim. Başıyla onaylayıp "bugünün seçilmiş kişisi benim. Askeriyenin hastanesi burası olduğu için genel kontrollere buraya getiririz çocukları. Normalde bu işler bize kalmaz ama bugün albay böyle istedi. Bende mecbur öğretmencilik oynuyorum bugün" dedi memnuniyetsizce.

"Anlıyorum" dedim kısaca. "Burun ve boğazdan örnek alınacak. Sırayla içeri girerseniz ben yardımcı olacağım." Tekrar odaya girdim. İfadesiz kalmayı başarsam da kalbim aksini iddia eder gibi çarpıyordu. Adamı tanımıyordum bile. Sadece tipinden etkilenme olayıydı bu. Daha fazla büyümemeliydi. Asil açıkça istemediğini söylemişti.

İlk giren askere "oturun ve ağzınızı açın" diyerek işlemlerini hallettiğimde sıra böyle devam ederken Tuğrul'da odaya girip ellerini beline koymuş beni izliyordu. Aslında hasta mahremiyeti adı altında çıkmasını isteyebilirdim ama bunu istemediğimi biliyordum. Bencil bir yanım beni iş yaparken görmesini istiyordu. Ne kadar reddetsem de benden etkilenebileceği bir an kovalıyordum işte. Bu iş ne zaman bu denli büyümüştü içimde bilmiyordum bile. O yokmuş gibi davranırsam daha rahat edeceğim için görmemeye çalıştıkça daha çok dibime sokuluyordu sanki.

Eğer bu bir imtihansa cenneti garantilemiştim sanırım. Sıradaki asker girdiğinde gergin hastayı gözünden tanıdığım için "ağrılı bir işlem değil. Pamuklu bir çubukla örnek alacağım sadece. Korkmanıza gerek yok" dedim gülümseyerek. Tuğrul sabır çekerek "asker adam oldunuz oğlum. Pamuklu çubuktan korkmak ne?" deyince profesyonel bir şekilde "hastaları etkilemezseniz sevinirim. İnsanlar gergin olabilir. Bunun meslekleriyle alakası ne tam olarak?" dedim. Kendimi bu ciddiyetim için alnımdan öpecektim sonra. Tuğrul askerlerinin yanında azarlanmayı umursamamışa benziyordu.

A.K.A.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin