Bölüm 27

287 18 3
                                    

Asya ciddiyetle bana döndüğünde "nasıl sence?" dedim görevi kast ederek. Onun tüm ayrıntıları çoktan bildiğini biliyordum. Ciddi ifadesini bozmadan "sanal savaş oyunlarından daha kolay olacak komutanım. Tek bir sıkıntı var" dedi albay önden giderken. Yavaşlamıştık. O da söyleyip söylememekte kararsız gibiydi. Çatılan kaşlarımla "nedir?" dediğimde bu soruyu bir emir olarak algılayıp hemen "öğretmenin eğitim verdiği köy" dedi.

Aniden adımlarım durduğunda o da durmuştu. Albay ise bizi umursamadan ilerlemeye devam ediyordu. Kalbim teklerken "ne?" diyebilmiştim sadece. Asya büyük bir nefes alıp kendini cesaretlendirerek "güçsüz olamaz, mantıksız davranamazsınız komutanım. Ben olayların çoğunu bilmem. Haddime olmayanı sormam. Ama zaaflık bir durumunuz varsa kendinize hâkim olmalısınız. Sessizce alıp çıkacağız ama ortalık karışırsa en zayıf halka çocuklar olduğu için okula dadanırlar. Ters bir şey planlarsanız hem öğretmenin, hem çocukların, hem de köy halkının hayatı tehlikeye girer. Özür dilerim ama bunu söylemek zorundaydım" dedi hızlıca.

Ona kızamazdım. Haklıydı. Son konuşmamızdan sonra denk bile gelmediğimiz için özlemiş, öfkeden delirecek raddeye gelmiştim. Korkularını anlıyordum. O yüzden ona istediği mesafeyi verecektim ama hiç görmemek... Bu tahammül edebileceğim bir uzaklık değildi. Şimdi ise eğitim verdiği köyde bir grup şerefsizin konakladığını ve arkasından da daha fazlasının geldiğini öğreniyordum.

"Ne askerlerimi ne de köy halkını riske atmam Asya. Devlet neyi emrederse odur benim için. Canlı istenen grubu sessiz sedasız alıp çıkacağız. Köy giriş çıkışlarında güvenlik artırılsın. Onları almaya bizden önce giderlerse ortalık karışır. Öğretmenin ruhu bile duymayacak. Buna izin vermem."

Meçkey beni başıyla onaylayıp ilerlemeye devam ettiğinde derin bir nefes aldım. Sözlerim kadar kararlı mıydım gerçekten? Herifleri almaya bizden önce giderlerse olası bir çatışmayı düşünmek ve köy halkının, çocukların bundan zarar görmemesini sağlamak zorundaydım. Ayrıca elimi kolumu bağlayan da bir Zühre gerçeği vardı. Bugüne kadar mantığım dışında hiçbir sesi dinlememiş olan ben, bir süredir kalbimin esiri olmuştum. Şikâyetçi değildim ama bunun işime yansımaması için üstün bir çaba sarf etmem gerekiyordu. Kararlı durmalıydım.

Görev ayrıntılarını konuşmuş, konumu verilen köy evine bakan en yakın tepede mevzilenmiştik. Olası bir pusu durumuna karşı tedbirler almış, her türlü açığı kapatmıştık. Kaderin cilvesi sayılan tek bir olay vardı şu an dikkatimi dağıtan. Bir gözüm teröristlerin kaldığı eve giderken diğeri o eve bir hayli yakın olan, arada sadece tek arabanın geçebileceği bir yol bulunan okuldaydı. Ve saate baktığımda Zühre'nin ve yüz kadar öğrencinin okulda olduğunu anlamam uzun sürmemişti haliyle.

"Tuğrul durum ne?"

Gözlerim şahin gibi evi tararken keskin nişancımın "hareket yok komutanım. Soldan ikinci pencerede bir kadın silueti var. Arkası dönük oturuyor büyük ihtimalle. Hareketli değil. İyi hissetmiyorum komutanım" demesini çatılan kaşlarımla dinlemiştim. Sessizlik uzun sürmüştü. Heriflerin ellerindeki telsizle bağlantımız vardı ama yola çıktığımız haberini aldıklarından beri sesleri kesilmişti. Şu an geldiğimizi ve dışarı çıkmalarını haber verebilirdim ama Tuğrul'un dediği gibi, bir terslik vardı.

"Meçkey, aşağıdan durum raporu ver."

Okul ve eve üçgen oluşturacak şekilde tam ortada bulunan tandırın başında yöresel kıyafetlerle oturan Asya önündeki hamura oklavayla şekil verirken "gelen giden yok. Ders zili yeni çaldı. Çocukların ikinci kez araya çıkması kırk dakikayı bulacak. Evde ölüm sessizliği var. Acele etmemiz gerekiyor" dedi benimle konuşmuyormuş da şarkı mırıldanıyormuş gibi işine odaklıyken. Tunç "komutanım, şalvar pek yakıştı size" deyince Asya cevap vermedi.

A.K.A.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin