Bölüm 49

183 11 8
                                    

"Abine hoş geldin demek yok mu Asil Kurt?" dedi kollarını iki yana açarken. Bu mümkün değildi. Onun karşımda olması mümkün değildi. Aklım bana oyun oynuyordu. Belki de o kadar yolculuğun üstüne yorgunluktan sızmıştım ve bir rüyadaydım. Aziz Kurt kanlı canlı karşımda olamazdı! Olmamalıydı!

"Şaşkınlığını giderecek kadar vaktimiz yok abicim" dedi sakinlikle. Ben ise delirecek gibi hissediyordum. Adımlarım geri geri giderken iki elim de saçlarımdaydı. Uyanmam gerekiyordu artık. Burnumun direğini sızlatan bu hasret o kadar gerçekçiydi ki utanmasam ağlayacaktım.

"Gerçek değil" dedim nefeslerimin arasından. Başımı da iki yana sallayarak tüm bedenimle inkâr ediyordum bu görüntüyü. Nasıl kabullenebilirdim ki karşımda olmasını? Fırsat buldukça mezarına gidip intikamı için yeminler ettiğim adamı karşımda gizli görev için görmek ne kadar kabullenilebilir bir olaydı da sakin olacaktım? Onun kardeşi olarak yetiştiğim, tüm hayatımda örnek aldığım kişinin yokluğuyla baş etmeye çalışırken nasıl birine dönüştüğümü ben biliyordum. Şimdi sanki tatilden dönmüş gibi kucak açmış bana bakıyor olması ne kadar mantıklıydı?

"Asil önce görev aslanım" dedi ciddiyetle. Zihnim gerçekliği yavaşça kabullenmeye başlarken "anlamıyorum" dedim mesafeli çıkan sesimle. Hala uyanmadıysam bu bir rüya değildi. Aziz ayaklanıp yavaşça bana doğru ilerlediğinde boyu, posu, ona benzetildiğim yakışıklı ve keskin hatlara sahip yüzü aynıydı. Sol gözünün hemen altından yanağına doğru inen şimşek şeklinde bir yara izi vardı. Öldüğünü düşündüğümüz yıllarda en çok zoruma giden şey sesini unutmaya başlamaktı. Ondan huzursuz olmuştum ilk girdiğimde. Bu sesin hala yüreğimde etkisi büyüktü.

"Anlayacaksın. Anlatacağım. Önce otur."

Üzerimdeki etkisi de aynıydı. Bacaklarımın gücü yokken peşinden gidip düşen sandalyeyi kaldırdım ve oturdum. Her hareketini izliyordum. Sanki az sonra yüzündeki maskeyi çıkarıp bambaşka bir insan oturacaktı karşıma. Kabullenmem zordu.

"Buraya çağrılan kişi sen oldun çünkü ülkede o kadar plaketi olup, ciddi görevlerde senin gibi başarı sağlayan strateji uzmanları yok fazla. Dört kişiye daha gitti bu görev bildirisi. Yüzümü görmeden önce söylediklerin teminat olarak kaydedildi Asil. Görev ne olursa olsun devleti yalnız bırakamazsın. Artık beni gördün. Yaşadığımı bilen tek kişisin. Ailem, arkadaşlarım, eski görev yerim... Kimse bilmiyor. Artık bambaşka bir kimlikte bambaşka bir kişiyim."

Görüntüler vardı. Öldüğü günün video kayıtları vardı. Cenazesinden fotoğraflar paylaşan arkadaşlarının paylaşımları vardı. Mezar taşı vardı! Mezarına bırakılan mermiler vardı! Bu nasıl olabilirdi? Bunu "he tamam o zaman" deyip kabullenmemi bekliyorsa sorularımı cevaplamalıydı.

"Aziz" dedim gözlerinin içine bakarak. "Neler olduğunu anlatmadan görev odaklı bakamam bu konuşmaya. Sen... Sen nasıl..." Daha fazla konuşamamıştım. Boğazım düğümleniyordu. Karşımdaydı işte. Keskin gözleri gözlerimdeydi. Vücudu daha sportif bir hal almıştı sadece. Tek değişimi buydu.

"Görevdeydim. Ayrıntı vermeyeceğim. Öldü bilinmem gerekiyordu. Gerekeni yaptım. Gördüğün her şey bir yanılgıydı. Tim komutanı olduğunda, törenle rütbe aldığında, Zühre kıza vurulup köye gidip durduğunda, ilk resmi olarak tanıştığınız kafeteryada, annemler geldiğinde, nikâh salonunda, her aşamada arkandaydım. Hepsine katıldım. Çoğu zaman bu şehirde değildim ama tüm özel anlarında arkandaydım. Sen öğrettiğim her şeyi başarıyla uygularken ben gururla seni izliyordum."

Onu dinlerken yumruk yaptığım ellerimin eklem yerleri beyazlamıştı. Tüm bu sancılı seneler bir görev miydi yani? Onca yıl ölü olmak, aileye uzak olmak nasıl bir histi? Hiç mi özleminden "buradayım" demek istememişti. Şimdi neden gizli görevi bana o anlatıyordu? Artık gizlenmesi gerekmiyor muydu?

A.K.A.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin