Bölüm 32

256 14 0
                                    

İçimi dökme kısmı tamamdı da, ne diye durduk yere kıza yükselmiştim ki ben? Gerçekten bazen sağlam bir dayağı hak ettiğim oluyordu. Zühre'de kafası karışmış bir şekilde bana bakarken hak ettiğim dayağı doğruluyordu. Derin bir nefes alıp "yani öyle demek istemedim" dedim sakince. Sonra yanlış giriş yaptığımı fark edip "öyle demek istedim ama o tonda değil" diyerek düzelttim. Biraz daha ağzımı açarsam saçma sapan bir herif olup çıkacaktım.

"Anladım" dedi zor duyulur bir sesle. Utanmış ve kafası karışmıştı. Beklenti dolu gözlerimi ona dikip "yani arayabilir miyim seni?" dediğimde annesinden sokağa çıkmak için izin isteyen bir çocuk gibi hevesliydim. Güzel gülümsemesini bahşedip başıyla onayladığında benim de gülüşüm genişlemişti. Rahat bir nefes almıştım resmen. Bir şey diyeceği sırada salon kapısından kafasını uzatan Feride'nin "geç olduğu için kahve yapıp uykunuzu kaçırmıyorum. Çay demledim. Gelin hadi çifte kumrular" diyerek gülmesiyle aradaki çekim alıp başını gitmişti. Zühre öyle utanmıştı ki annesine yakalanmış gibi bir hızla yanımdan geçip "geliyoruz!" dedi gerginlikten dolayı yüksek çıkan sesiyle.

"Geliyoruz canım kuzenim, geliyoruz" dedim dişlerimin arasından. O ise şeytani bir ifadeyle kaşlarını kaldırıp indiriyordu. Yanından geçerken gözlerimi kısıp "Kuran kursuna giderken mahallenin serseri çocukları basket topunu kafana attıklarında anlamalıydım tüm beyin hücrelerini kaybedeceğini. Keşke zamanında daha çok dövseydim seni" diyerek salona girdim. Arsız kuzenimse hala sırıtıyordu.

Salonda ise bambaşka bir ortam vardı. Demir ve Tuğrul ortalarda yoktu. Yakut Zühre'nin üstüne çullanmış "ne demek bir şeyler içmek?" tarzında orasını burasını çimdikleyince bir an müstakbel karımı elinden almak istesem de on yıllık arkadaşlıklarının bu şekil bir anlaşmaya evrilmiş olduğu aklıma gelince durdum. Zaten beni görünce hemen toparlanmışlardı. Tuhaf bir durumda kalmamak için "nerede bizim ekip?" dediğimde Yakut "balkona çıktılar" dedi kısaca. Bu onların dilinde "hadi git ve bizi rahat bırak" olsa gerekti. Mesajı alıp hızla salonu terk etmiştim.

Mutfak balkonuna salon kısmından giriş yapan Tuğrul ve Demir sohbet ederken çıkmıştım yanlarına. Tuğrul ayaklarını balkon korkuluklarına doğru uzatmış "ne bileyim oğlum ya, merak ediyorum işte anasını satayım. Bu saatte Feride'yi de yorduk zaten. Gelmeyeyim dedim ben" derken yanındaki sandalyeye kendimi atıp "neyi merak ediyormuş bu ıssız adam yine?" dedim Demir'e dönerek. Demir sabır çekercesine bakışlarını Tuğrul'a çevirip "bahane arıyor abicim bahane! Aklı Asya'da kalmışta, Feride'ye zahmet olmuşta! Sizden kaçıyorum demiyor da beyefendi!" diyerek gözlerini devirdi.

"Sizden kaçtığım falan yok kardeşim benim. Görevde ne gerekiyorsa onu yapıyorum. Bu herif komutanımız değil mi? Öyle davranmamdan daha doğal ne var abi? Ayrıca tim arkadaşınızı merak etmiyor musunuz? Sanki tek ben merak ediyorum."

Bir elimi Tuğrul'un omzuna koyup ikisinin aksine sakin bir sesle "Asya iyi olacak. Her saat başı gelişmeleri öğreniyorum. Hepimiz kardeşimiz yerine koyduğumuz o kızı bir hayli merak ediyoruz Tuğrul. Senin agresifliğin seni bizden ayırıyor. Lafı dolandırmadan soracağım. Asya'ya özel bir ilgin mi var?" dedim gözlerinin tam içine bakarken. Gözlerini kaçırmasını, utanmasını, hatta geçiştirmesini beklemiştim ama o düşündüğümün aksine tam gözlerimin içine bakarak alev alan bakışlarıyla bakıyordu. Hafifçe çatılan kaşlarıyla "Asil" dedi uzun zaman sonra kaldırdığı resmiyetle. "Böyle sorular için yaşımız büyümedi mi kardeşim? Asker adamız biz. Kısır günü dedikodusu yapmanın lüzumu yok."

"Yalnız o kısır günü değil, altın günü kardeşim" dedi Demir gereksiz bir düzeltme dürtüsüyle. Tuğrul gözlerini devirip güldüğünde konu kaynamış olsa da kaçamak halleri gözümden kaçmamıştı.

A.K.A.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin