Bölüm 40

178 14 3
                                    

-ASİL KURT-

Politik önem taşıyan bir iti almak için gönderildiğimiz sınır dışı operasyonunun ikinci ayına girmek üzereyken baskın yapılan örgüt kamplarının birer birer boşaltılmış olması sinir sistemimle oynamaya başlamıştı. Soğuktan korunmak için kazdığımız çukurlardan birinde uzanırken başparmağımla yüzük parmağımdaki alyansı çeviriyordum. Çok uzun zaman olmuştu. Söz töreninin üstünden bir hafta geçmeden acil toplanma emriyle kendimizi bir anda Suriye'de bulmuştuk. Özel kuvvetlerden iki tim görevliydi ve hepsinin sorumlusu bendim.

"Komutanım" dedi Altay yan çukurdan. Gelecek olan boş muhabbeti düşünmeden "hı?" diye mırıldandım. Önce derin bir nefes sesi, sonrasında ise bir toparlanma sesiyle birlikte kedi gibi tepemden bakan bir adet Altay belirmişti yukarıda. "Komutanım Hülya ile görüşüyoruz biz" dedi ciddiyetle. Gecenin ikisinde kahve yapıp aşk hayatı dedikodusu mu yapalım istiyordu yani?

"Aferin mi bekliyorsun?" dedim kaşlarım çatılırken. Altay ise bir an rütbe farkını silip "ya abi ne alakası var? İlk kez böyle hissediyorum ama görev de uzun sürecek belli. Henüz beni bekleyecek kadar önemli miyim onun için bilmiyorum. Ya beni silerse? Aman seni mi bekleyip duracağım derse?" dediğinde samimi niyetine güvendiğim askerimin gerçekten dertleşmeye ihtiyacı olduğunu anlamıştım.

"Oğlum öyle biriyse zaten yürümemesi hayırlı olan olmaz mı? Hülya'yı tanırım. İyi kızdır. Sevimlidir de. Ama albay bir babayla büyüyor. Asker aileleri nasıl sen biliyorsun. Eve dert tasa taşınmaz. Zaten yüreği ağzında bekleyen kadınlara bir de başka sorunlar anlatılmaz. Kadın narindir. Erkek adam dağ ayısı gibidir anasını satayım. Gerekirse o dertten ölür de yine de yansıtmaz. Albay böyle büyüttü o kızı. Hülya'nın tırnağı bile kırılmamıştır bugüne kadar Altay. Beklentileri yüksek olacaktır o yüzden. Altından kalkamayacağın işlerin altına girip albayla yüz göz olma olur mu?"

Altay ciddiyetle beni dinlerken Demir "kızların bir evde toplanıp bütün gece sohbet etme aktivitelerini şimdi anlıyorum. Bir de cilt maskesi yapalım komutanım. Valla sarıyormuş ortam ha" demesiyle konu arada kaynamıştı. Bu kez Tunç kafasını kaldırıp "komutanım ben uyuyunca mı sohbet ediyorsunuz yani aşk olsun? Neyim ben? İstenmeyen küçük kardeş mi?" deyince "e kaldı mı başka? Tuğrul diyecek sözün yok mu abisi? Meçkey nerede? İçinizde kalan bir şey varsa dökülün madem" dedim ciddiyetle. Tuğrul sahura uyanan baba figürü gibi aniden ayaklanıp "hay sesinize" diyerek ağaçların arasından ilerlemeye başladı.

"Komutanım uyku sersemi bir yere dolmasa bari. Gideyim mi peşinden?"

Tunç'un sözlerine gözlerimi devirip "şurada dinleneceğiniz iki saatiniz kaldı. Ne halt ediyorsanız edin. Bir kez daha sesi çıkan olursa ses tellerini keserim. Anlaşıldı mı?" dedim huysuzca geri yatarken. Zaten ölmeden mezara girmek tabirini bu aralar çok sık gerçekleştiriyorduk. Ayrıca içim özlem doluydu. Öylesine öfkeli bir adam olmuştum ki tarifi zordu. Bir yüzüğü öpmek, ona tutunmak, ona konuşmak birkaç ay öncesine kadar bana çok uzak tabirler olurdu eminim ki. Şimdi ise içinde Zühre olan her olay anlamlı, her figür kıymetliydi.

İki saat sürmeyen huzursuz uyku hali sonucunda ayaklanmış, kumanya ile kahvaltı yaparken strateji konuşmuştuk. Asya'ya çok görev düşüyordu ama yarasının yeni iyileşmiş olması onu tehlikeye atmamam gerektiğini bağırıyordu zihnimde. İkinci ekibin istihbaratçısıyla birlikte gideceğimiz son yer olan, silah kaçakçılığı yapacakları, kargo görevi gören eski fabrikaya sızmaları gerekiyordu. Gözünün içine bakarken "Meçkey" dedim ciddiyetle. Elindeki ekmeği bırakıp başını salladı. Kendinden emindi. O iki eli kanda olsa da hallederdi ama iyiliği benim için önemliydi.

"İyi hissetmediğin an söylemen yeterli. Harun bunu tek halledemeyecek bir adam değil. Altından girer üstünden çıkar ama o fabrikaya sızar. Kendini mecbur hissetme. Bize silah gücü de lazım."

A.K.A.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin