Bölüm 48

206 13 8
                                    

-ASİL KURT-

Zühre'nin acemi ama beni bir hayli zorlayan girişinden sonra sakinleşmem zaman almıştı. Aklımı yitireyim istiyordu. Onu sevdiğimi bildiğine emindim ama gerçekten ne seviyede olduğum hakkında bir fikri yoktu sanırım. İlk gecemizin rüya gibi geçmesi sonucu sabaha kadar onu izlemiş, yüzüne, boynuna, vücuduna sayısız öpücük bırakmıştım. Kollarımda olması istediğim bir hayaldi benim için. Ama artık gerçekleşmişti ve bu, hayalden çok daha güzeldi.

Hala üzerinde aynı kıyafet varken mutfakta çalışmak zordu ama değiştirmesini istememiştim. Pilav için tencereye yağ dökerken arkasından gidip beline sarıldım ve eğilerek başımı boynuna gömdüm. Burada yaşayabilirdim. Omuzlarını kaldırıp kıkırdarken "Asil huylanıyorum" dedi hayran olduğum şirinliğiyle. Bilerek boynuna doğru ince bir nefes verip "dün huylanmıyordun" dedim uykulu bir sesle. Beni mayıştıran bir kokusu vardı. Yuva gibi hissettiriyordu.

Kollarımın arasında dönüp benimle yüz yüze geldiğinde minik bir öfke vardı bakışlarında. Dünle ilgili konuşmamı istemiyordu. Ama onu utandırmak en büyük zevkimdi. "Dün fazla etki bırakmış herhalde sende! Her şeyi hatırlıyorsun da!" dediğinde arsız gibi gülerek "hem de her şeyi" dedim. İşte beyazdan kırmızıya renk geçişi izleten yanakları yine iş başındaydı. Sincap surat kızarmadan onu öpücüklere boğup "yemeği boş versek ya" dedim muzipçe. O ise huysuzca kollarımdan çıkmaya çalışıp "yine utandır diye mi? Sağ ol ben yemek yiyeceğim" dedi mızmızca.

"Ben utandıracağım bir şey yapalım demedim ki. Ne anladın acaba? Bilinçaltında benimle ilgili nasıl senaryolar var Zühre Kurt? Bu evde güvenli hissetmiyorum artık bak ben."

Kendini ele verdiğini fark edince utançla başını göğsüme koyup "ya ama ya!" dedi ağlamaklı bir ifadeyle. Gülerek yüzünü ellerimin arasına aldım ve "her haline bayılıyorum" dedim dudaklarına uzanırken. Gözlerinin anında kapanması beni gülümsetmişti. Onu ne kadar öptüm bilmiyorum ama en son ocakların altını kapatıp onu kucağıma almıştım. Yemek falan çekmiyordu canım. Sabah erkenden işe çağrılmıştım ve ona sarılıp uyumam bölünmüştü. Huysuzca gitmiştim karargâha kadar. Bunu telafi etmeliydik. Edecektik de.

Beni zorlamak için giydiği çamaşırları aramızdan çekildiğinde işte karşımdaydı. Minik elleri tişörtümün uçlarına ulaştı. İşini kolaylaştırmak için tek hamlede çıkarıp onu yatağımıza ittim. Bir çeşit bağımlılık gibiydi kokusu. Gözlerini açmıyordu. Sadece dudaklarına değen dudaklarıma karşılık veriyordu. Vücudunu keşfe çıkan ellerime ise kıvranarak cevap veriyordu. Ne yaptığının farkında bile değildi. Öyle güzeldi ki irademi korumak çok zor oluyordu.

"Zühre" dedim hırlarcasına. Gözlerini aralayıp çekingen bakışlarıyla "hı" diye mırıldandı. Başımı iki yana sallarken "çok güzelsin" dedim. "Kafayı yiyeceğim." Tırnakları sırtımda daireler çizerken kafasını kaldırıp yüzüme yaklaştırdı. Onu öpmem için bir hamle yapması beklemediğim bir adımdı çünkü gerçekten fazla utangaçtı. Ona istediğini verip dudaklarına kapandığımda ise yeniden gözleri kapanmıştı. Bu etki fazlaydı. Hem de çok fazla.

Bulutların üstüne çıktığımız gecenin sabahı da bir o kadar huzurluydu. Tetikte uyumadığım sayılı günlerden biriydi. Dünkü gibi üşümemesi için tişörtümü giydirmiş, saçlarına, yüzüne, saten gibi pürüzsüz ve beyaz olan bedenine sayısız öpücük kondurmuştum. Saat on bire geliyordu.

Kollarımın arasındaki kadına baktım. Uzun uzun izledim huzurlu yüzünü. Dudaklarına değen saçları kıskandım. Bir kez ışıltılı görebilmek için kurşun atıp kurşun yiyebileceğim gözleriyle arama giren kirpikleri kıskandım. Birine bu denli bağlanabileceğimi bile bilmiyordum. Karşılıksız bağlı olduğum tek şey vatandı oysa. Zühre ise kalbimdeki Ötüken'di. Uçsuz bucaksız bayırlarında at koşturuyordu ve rüzgârda savrulan saçları kalbime dolanıyordu. Çözülmesi mümkünsüz bir düğümdü.

A.K.A.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin