"Hangi yüzle buraya geldin?" sözlerini kâle almadan dört duvar arasında göz gezdirirken sıkıntıyla iç çektim, omuzlarım şiddetle kalkıp indiği sırada ablam 'hah' diye bir nida çıkarmıştı. Oturduğum sandalyeyi öttüre öttüre geri iterek ablama doğru eğildim. Ortamızdaki masa alanımı kısıtlasa da azıcıkta olsa yaklaşabilmiştim. Bir yandan kelepçeli bileklerine bakarken bir yandan destek vermek amaçlı elini tuttum.
"Abla," dedim, onun için üzgün bir ses tonuyla, "Sen bu hâllere düşecek kadın değildin. Ne oldu sana?"
Dakikalar önce karşısına oturmuş olsam da o andan itibaren oluşan sessizliği şimdiki konuşma arzum baskılıyordu. Ablam benim aksime kendini tutmak ve bana saldırmamak adına kendi içinde mücadele veriyordu. Elini okşamaya başladığımda gözlerini oraya dikti. "Elini çek." diye bastıra bastıra konuştu. Gözleriyle tenime âdeta lazer attığını fark edince onu daha fazla rahatsız etmemek adına elimi çektim.
Bir müddet sustu. Ardından etrafa baktı. Birde tam arkamda kalan büyük filmli cama. İzlendiğimizin bilincinde olduğundan aynı benim gibi masaya doğru eğildi. Sinirinden ufak bir öfke çatlağı verircesine tıslayarak "Teslimatı nereden öğrenmiştin?" diye sordu.
"Sen ne demeye çalışıyorsun?" dememle kaşları çatıldı. Hâlâ açıktan oynamamam onu huzursuz etmiş olacak ki geri çekildiği gibi başını onaylamazca salladı. Kısık sesle "Benden mi şüpheleniyorsun?" diye sordum. Büyük ihtimalle içlerinde Korhan'ında bulunduğu seyirci kitlemiz, şu an ablamın yüz ifadeleri yüzünden buradaki olayı merak ediyordu.
Masaya biraz daha eğilerek ablamın bileğini tuttum ve şefkatle "Ailemize zarar vermem abla." dedim.
Elini kirden arındıyormuş gibi silkelemeye çalışsa da kelepçe buna engel oldu. Sahi onu masaya kelepçeleyecek kadar ne yaşamıştı buradaki insanlar? Alt tarafı bir uyuşturucu teslimatının başında yakalanmıştı.
Gözlerimi dikmiş kelepçeye ilgiyle bakarken ablam "Sen yaptın." dedi, kısık ama çığıran bir sesle. Aile içinde bölündüğümüz duyulmasın diye çabalıyordu. İşin kötüsü bu hâldeyken bile bizi düşünmesi üstümde hiçbir etkiye neden olmadı. "Beni bu hâle sen getirdin. Senin çocukça kinin getirdi. Senin oyun anlayışın yüzünden ben bu durumdayım."
Bütün bu söylemlerini anlamamış gibi dudak bükerek geri çekildim. Arkama yaslanırken bacak bacak üstüne atmaya da son verdim. "Abla," buruk bir edayla, "Söz veriyorum sana en iyi psikiyatriyi tutacağım." dedim.
İyi niyetim karşısında bir afalladı. Akabinde dudakları kıvrıldı. Dudaklarından bir kahkaha patladığında gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Ablam çok kısa bir sürede kahkahasıyla sorgu odasını inletmeye başlarken benim tek düşündüğüm Korhan'ın tanıdığı Mara'ydı.
Yani buradan çıktığımda ablam delirdiği için üzgün taklidi yapmam gerekiyordu. Onu hangi perdeden oynayacağıma karar vermekte zorlanıyordum.
Ablam olayı abartıp masayı kendine çekerek gülmeyi sürdürdüğü sırada gözünden yaş geldi. Çıldırmış gibi yükselttiği gülüşü çok kötü bir şarkının nakaratına benziyordu. Kulağımı tırmalıyordu. En sonunda dayanamayarak sandalyemi geri iterek ayağa kalktım. Ailemizin adını kullanarak buraya emniyete kadar gelmiş olsam da ablamla ancak burada konuşmama izin verilmişti.
"Ablacığım," dedim, son kez kırgın bir ifadeyle, "Bu tavrını içinde bulunduğun psikolojiye veriyorum." izlendiğimizin bilincinde olduğum için duymaları adına biraz daha sesimi yükselttim. "Şunu unutma, her ne olursa olsun ben senin hep arkandayım." sözlerim biter bitmez yanına doğru birkaç adım attım ama beni fark eder etmez çıldırmış gibi masayı üstüme itmeye kalkıştı. Geriye doğru sendelediğim sırada çok hızlı bir şekilde açılan kapıyla daha ben oraya bakmadan bir adam kolumdan tuttu. Diğer iki polis memuru da ablamla ilgilenmeye başladı.
Ablamı öylesine izlemeye dalmıştım ki "Dışarı çıkın." diye emir veren memuru duyamadım. Bu defa sitemle yeniden "Dışarı çıkın." dedi. Başımı dalgınlıkla aşağı yukarı sallayarak onunda yönlendirmesiyle dışarı çıktım. Bir süreden sonra beni bırakıp ablamın yanına döndü. Arkama dönmeksizin koridorda yürümeye başladım. Ta ki önümü biri kesene kadar. Görüş açıma giren ayakkabılarla duraksadım. Yavaşça yukarı doğru baktığımda önümdeki devin Korhan olduğunu gördüm.
"Niye şimdi?" diye sordum, kendi kendime. Acaba ajan olduğunu mu itiraf edecekti?
Birdenbire böyle bir şey yapması olanaksız olacağı için çok düşünmeden silkelendim. "Ablam," dedim, dudak titreterek, gözüm elindeki çilekli süte ara sıra kaysa da kendimi toparladım, "Çok kötü, Korhan." gözlerimden akan birkaç damla yaşla başımı tutup beni göğsüne çekti. "Delirmiş gibiydi." dedim, hıçkırıklarımın arasından.
Kollarıyla bedenimi sarıp bana sıkıca sarıldığında kendimi kaptırarak daha fazla ağlamaya başladım. "Daha erken gelmeliydim." dedi, pişmanmışcasına, "Seni yalnız bırakmamalıydım."
Başımı iki yana şiddetle sallayarak "Hayır," dedim ve geri çekilerek yüzüne baktım. Elimle yanağını sararken "Senin işin vardı. Kendini suçlama." dediğimde o da kocaman elleriyle benim yanaklarımı sardı. Göz yaşlarımı sildi.
"Yanında olmalıydım, Mara "