Asil'den
"Adamdan emaneti almışlar." sese aldırış etmeden cezaevi binasını izlemeyi sürdürdüğüm sırada "Ne yapmamızı istersiniz?" diye soran Kalender'le güvenlik görevlisinde göz gezdirdim. Ara sıra buraya bakıyor, arabanın içini görmek için gözlerini cüzi miktarda kısıyordu. Göremeyince ise birkaç adım yaklaşıyor ama sonra emin olamayarak geri çekiliyordu. Bu anlardan biri daha yaşanırken "Henüz karar vermedim." dedim.
"Parayı Mara Hanım'a vermeniz gerekmez mi?" sözleriyle arkama yaslanarak dikiz aynasından avukata baktım. Yanlış bir şey söylemediğine o kadar çok inanıyordu ki ciddiyetle bana bakma cüretinde bulunabiliyordu. Şoför onu uyarı maksatlı dürteceği esnada "Sonuçta para kendisine ait." dedi, avukat. Şoför elini geri çekip kendi camından dışarıyı izlemeye başladığı vakit yanımda oturan Kalender'de şarkı mırıldanmaya başlamıştı.
O ikisini umursamadan "Haklısın," dediğimde Kalender'in derinden "Ne?" dediğini duydum. "İki milyon dolardan bahsediyoruz. Mara'ya vermezsem vurgun yapmış sayılırım." avukat başını "Gayet tabii" der gibi salladığında "Hem tüm parası oydu." diye de ekleme yaptım.
Omuzları düşerken "Öyle mi?" diye sordu. "Özel değilse tam olarak parasını nasıl kaptırmış?" demesine karşın bir an için duraksasam da çok geçmeden anlatmaya başladım. "İşini görsün diye birine teklif etmiş. O kişi de işini görünce evine nakit olarak götürmüşler. Sonra baktım o işin para karşılığı o kadar değil, araya girdim."
Şaşırıp "İki milyon dolarlık ne işi?" veya "Nakit olarak mı?" diye soracağına yerde "Mara Hanım şu an iyi mi?" dediğinde dayanamayarak dışarıya döndüm. Onu böylesine merak etmesi beni huzursuz ederken araya Kalender girdi.
"Asil, Mara'ya arkadaş oldukları için yardım etmiyor." diye aydınlatmaya kalktı ama avukat bozuntusu bu durumu anlamamakta diretircesine "Para karşılığında mı yardım ediyor?" diye sordu.
Kalender endişeyle ileriye doğru eğildi. Avukatın omzuna elini koyarak "Çocuklarının annesi." dediğinde ortamdaki gerginliğin hat safhaya çıkmasıyla cezaevinin kapısı açıldı. Kalender arkasına yaslandı. Bense onlara dönmeksizin içeriden çıkacak kişiyi görmeyi bekledim. Çok geçmeden Mara'nın çıktığına şahit olunca iç çektim. Benimle birlikte avukatta iç çektiğinde kanım dondu.
"Çok güzel kadın." dedi, dalgın bir edayla, "Şanslınız."
Kendimi istemeden yumruğumu sıkarken buldum. Buna son veremezken avukata hitaben "Benim aksime sen çok şansızsın." dediğimde boş bakışlarını fark ettim. Başımı onaylamaz anlamda sallarken kapı kulpunu indirip arabadan çıktım. Yolcu kapısını açacağı sırada oraya geçip baskı uyguladım. "Sen gelmiyorsun." dediğimde şaşırdığını görsem de üstüne düşünmeden cezaevine doğru ilerlemeye başladım. Peşi sıram arabadan çıkan Kalender'in ayak seslerini duyabiliyor, üstündeki gerginliği hissedebiliyordum. "O daha çocuk." diye avukatın gafını masumlaştırmaya çalıştığında bir şey söylemedim.
"Ayrıca avukat olduğu için Mara Hanım'ın parasını kendisine vermenizi söyledi. Yoksa böyle şeylere burnunu sokmazdı." uzun uzun açıklamalarına karşın "Kuzenindi, değil mi?" diye sorduğumda olumlu mırıltılarını duydum. Yarı utanç yarı rahatsızlık duyan haline ithafen sessiz kaldım. O avukatın üstüne daha sonra kafa yoracaktım.
Cezaevi kapısına geldiğimde içeriye girmek için kapıya uzandığımda güvenlik görevlisinin "Durun!" diye bağırdığını işittim. Komutunu dinlemeden kapıyı açtığımda Kalender'de peşimden gelmeye devam etti. "Durun yoksa ateş ederim!"
"Size durun diyorum."
"Bakın sıkarım."
"Benden günah gitti." dediği sırada görünen cezaevi müdürüyle hızla ona doğru koşmuştu. "Müdürüm durmuyorlar." diye durumu açılamaya kalktığında müdüre ilerlemesi için işarette bulundum. Bizimle birlikte binanın içinde yürümeye başladığı esnada güvenlik görevlisine hitaben "Asil Bey'in giriş izni var!" diye bağırdı. Ardından birlikte asansöre yöneldik. Kalender bizden önce gidip tuşa bastığında müdürün sesini duydum. "Sizi rahatsız ettiyse lütfen kusura bakmayın." diyordu, kapıdaki görevli için, "Ona önemli bir misafirimin geleceğini söylemiştim ama unutmuş olmalı."
Bunlara takılmadan "Baykal Soysal nerede?" diye sorduğumda irkildi. Asansöre geçip bindiğimde dışarıda kaldığını görünce çatık kaşlarla ona baktım. "Bir sorun mu var?"
"Hayır," dedi, başını sağa sola sallayarak, "Sadece Baykal Bey'in kızıyla görüşmesi iyi geçmemiş diye duydum. Yani sizinle görüşmek ister mi pek emin değilim." sözleri bittiğinde içeri gelmesini için komut verdim. Beni dinleyerek girdiğinde ise Kalender ezbere bildiği katın tuşuna bastı. Daha önce buraya sık sık geldiğimiz için yabancısı sayılmazdık. Müdüre "Benimle görüşmek isteyip istememesinin önemi yok. Ben kendisini bugün her türlü göreceğim." dedim. Konuşmak için birkaç kere çabalasa da cesaret edemedi.
En nihayetinde onun odasının bulunduğu katta duran asansörle sırasıyla dışarıya çıktık. Uzun yıllardır benimle çalışan adam yani bir diğer adıyla Kalender bizi takip ederken koridorlarda göz gezdirdim. "Buralarda gözükmüyor. Koğuştaysa gidin getirin hemen." dedim, net bir tavırla, "Çok bir vaktim yok."
"Gardiyanlara söylemiştim ama dediğim gibi gelip gelmediğinden emin değilim." demesiyle kıt bir adam olduğunda karar kıldım. O kadar sorunluydu ki Mara'nın babasını tam şu an net bir şekilde görmek istediğimi tam olarak kavrayamıyordu. Sıkıntıyla derin bir nefes aldığım esnada kapısına varmamızla uzanıp kulpu tuttu. Akabinde indirerek kapıyı kendine doğru çektiğinde görüş açıma giren bedenle rahatladığımı hissettim. Birde beklemekle vakit kaybetmeyecektim. İçeri girdiğimde müdürün de geldiğini duyumsayınca arkama dönerek ona "Nereye?" der gibi baktım. Aceleyle geri çekildi. Kalender'de dışarıda kalırken aynı anda kapıyı kapamaya yönlendiler. Müdür, ondan hızlı çıktığında şaşırmıştı. Üstümüze kapanan kapıyla birlikte "Sen." diye bir ses duydum.
O tarafa dönerken "Beni tanıyor musunuz?" diye sordum.
Oturduğu tekli koltuğa sıkı sıkıya yaslandı. Ardından rahat bir tavırla "Seninle daha önce az karşılaşmadık." dedi. Bahsettiği şeyin davetler ve ihaleler olduğunu anlayınca başımı sallayarak ona doğru ilerledim. Yanına geldiğim gibi elimi uzattığımda sıkmak için iki elini birden kaldırdı, birbirlerine kelepçelilerdi. "Kusura bakmazsın artık." diyerek parmak uçlarımı tutup sıktığında kafamı kapıya çevirdim. Tam müdüre şu saçmalığı çözmeleri için bağıracakken "İnsanın kızı doyumsuz olunca bu durum kaçınılmaz oluyor. Resmen parama sahip olmak için beni buraya attırdı." diye söylemesiyle bundan vazgeçtim.
Mara hakkında konuşmaya bu kadar hızlı başlayacağını düşünmemiştim. Hatta konuyu nasıl ve nereden açacağımı bir çok kez kafamda kurguladığım için şu an bana sunulan bir nimetti sanki.
"Mara," dedim, söze girmek için es alırken ona da dönmüştüm. Elimi çektiğim sırada lafımı bölerek "İşler istediği gibi gitmediğinde senden de kurtulmaya bakacak." dedi. Az önceye kıyasla birden aramızdaki bağı biliyormuş gibi konuşmaya başlayınca ne yapmaya çalıştığını anlayamadım.
Karşısındaki koltuğa geçip oturmamı işaret ettiğinde onu dinleyerek oraya oturdum.
"İlişkinizi öğreneli birkaç saat olmuyor."
"Mara mı söyledi?" dediğimde başını salladı.
İlk yalanını kafamda bir yere not ederek dinlemeye devam ettim. "Senin yardımınla beni buraya soktuğunu söyledi. Söylesene, ona neden yardım ediyorsun? Sana sevimsiz bir çocuk verdi diye mi?" ikinci bir yalan daha geldi. Uzay'a sevimsiz demesini sevme tarzı olarak düşündüğüm için üstünde durmadım. Kendince burada olmasında benim de payım olup olmadığını yokluyordu.
"Gerçi bendeki de soru. Kesin seni baştan çıkarmıştır. Sonrada saçma sapan planına ortak etmiştir." arkasına yaslanarak derin bir nefes aldığında sadece bütün dikkatlimle onu izledim, sözlerini dinledim. "Destek çıkma." dediğinde "Neye?" diye sordum.
"Mara'ya." diye yanıtladı. Kederli kederli tavana uzunca bir süre baktı. Tavrına karşılık yüzü o kadar dinç duruyordu ki şaşırmadan edemedim. Ne göz altlarında uykusuzluğa bağlı bir morarma ne cildinde bir solukluk vardı. Öyle ki kıyafetlerini bile saat başı değiştiriyormuş gibi duruyordu. Durumu gerçekten de iç açıcıydı.
"Senden çocuk peydahlayarak güç topladığına inanamıyorum." dedi, sesine yansıyan yoğun hüzün eşliğinde, "Benim kızım öyle biri değildi. Onu böyle yetiştirmedim Asil."
Gözlerinin dolduğunu görünce ağlayacak mı diye bekledim. Sadece birkaç damla yaş aktığını görünce kısa sürdüğü için rahatladım. "Gösteriniz bitti mi?" diye sorduğumda afallamıştı.
Pekala, sorunlu olduğunu az buçuk anlamıştım.
Şimdi sıra ana sorunu bulmaktaydı.