Asil'den
"Bir kere daha bakın."
"Efendim, altı kez kontrol ettik. Hiçbir kamerada otele tekrar girişi yok."
"Buralarda." dedim, monitörlere üstünkörü bakarken, "Başka bir yere gitmeye gerek duymamıştır." talimatımı duyduklarında görevlileri uyardılar ve kayıtlar yeniden oynatıldı. Saat 00.15 ile 00.45 arasına bakılıyordu. Belki de daha uzun bir aralıktı, emin olamıyordum. Tek bildiğim gözden kaçırdıklarıydı. Karşımda duran yirmiye yakın ekranda oynatılan görüntüler zaman geçtikçe nefesimin daralmasına neden olurken "Çabuk olun." dedim.
Mara dediklerini yapardı. İşte o zaman bu otel mazi olurdu.
Stresle odanın içine bakınırken gözüme şu anın oynatıldığı bir kamera çarptı. Bir adam lobiye girip etrafını incelemeye başlamıştı. Ardından resepsiyona doğru ilerleyerek ona bir şeyler sormuştu. Orada olmadığım için konuşmalara şahit olamasam da ister istemez görüntünün oynadığı ekrana yaklaştım. Hiç ses yoktu. Bir müddet sonra başını sallayarak asansöre yöneldiğinde boğazıma iyiden iyiye oturan yumruyu yutkunarak geçirmeye çalıştım ama başarılı olamadım.
Asansöre bindiğinde endişeyle kare kare ayrılmış ekrana geniş pencerede odaklandım ve asansörün duracağı katı görmeyi bekledim. Çok geçmeden "Efendim, Mara Hanım hangi renk kıyafet giyiyordu?" diye soran korumalardan birine "Bordo." yanıtını verdim.
"Peki, üstünde siyah bir kaban olma ihtimali var mı?"
Bakışlarımı karşımdaki ekrandan çekmezken "Vardı." dedim.
"Anladım." diye mırıldanan korumayla çatık kaşlarla arkama döndüm. "Neyi anladın?" diye sorduğumda önündeki monitörü göstererek "Mara Hanım, otelden Korhan Bey'le ayrılmış." dedi.
"Mara otelden ayrılmadı." diye yenilediğimde "Efendim." diyerek karşı çıkmaya çalıştı ama aklıma asansörün gelmesiyle onun sözünü bitirmesine fırsat vermeden önümdeki ekrana yöneldim. İlk gözüme çarpan şey, asansörden çıkan adamın bir katta oda numaralarına baka baka yürümesi olurken "Bu hangi kat?" dedim.
Birkaç kişi "Bir saniye," "Hemen bakıyorum," "Geliyorum," gibisinden beni ertelediğinde ekranı işaret ederek sesimi yükselterek "Bu hangi kat!" diye yeniden sordum. Bu defa otelin üç çalışanı birden yanıma geldiğinde benimkiler geride kalmış, diğer monitörleri izlemeye devam ediyorlardı.
"Bu kat," diye söze girdi biri, bakıp bakıp anlamadığında stresle gözlüğünü burnuna doğru iterek bana döndü ve başını olumsuz anlamda salladı. Bir diğeri "Bu şey," dediğinde sağıma döndüm. O da hatırlamayınca gözüme boş boş bakmıştı. Üçüncü direkt susmayı tercih ederken otelin müdürünün sesini duyuldu, "Şu kapıda 406 numara mı yazıyor?" konuşmasıyla hiç duraksamadan "Evet." dedim. Ekrana yaklaştığı sırada çalışanları önünden çekilmişti. Gözleri kısıldığında merakla ona baktım. Ta ki önümdeki ekran tamamen kararana kadar. Dönüp ne olduğuna baktığımda gözlüğün tuşların üstüne oturduğunu gördüm.
Büyük bir endişeyle kafasını kaldırıp bir müdürüne bir bana baktığında "İçimden bir ses bu oteli başınıza yıkacağımı söylüyor." diyerek ekranı son kez inceledim. Akabinde odanın çıkışına doğru yol aldım. Müdür arkamdan "Efendim, bekleyin!" diye bağırıyordu. Buna aldırış etmeden odadan çıkarken korumalara "Bütün katları tek tek gezin!" diye talimat verdim. Ekranlarla ilgilenmeyi bırakarak peşimden gelmeye başladıklarında odada ufak çaplı bir gürültü olmuştu.
Belli ki çalışanları ite ite geliyorlardı.
Umursamadan merdivenlere gittiğim esnada "406, onuncu katta!" diye bir bağırtı duydum. O tarafa göz attığımda müdürün kravatını bollaştırırken ona güvenmem adına başını şiddetle salladığını gördüm.