A.: Geldim
Siz: Gördüm
Klavyenin üstünde parmaklarımı gezdirmeye son verip mesajı gönderir göndermez ekranı kapadım ve kafamı kaldırıp yolda duran arabaya baktım. "Abla," diyen sesle başımda dikilen orta okul öğrencisi olduğu belli olan çocuğa döndüm. Elindeki çayı masama koymak için izin istiyordu. Sanırım burada sütlaç alana çay ikram ediliyordu.
Evimin üst caddesine bulunan ve henüz yeni keşfettiğim künefeci de göz gezdirdim. Ardından "Ablacığım," dedim, sandalyemi geri ittirerek, "Çok teşekkür ederim ama arkadaşım geldi. Onu bekletmek istemem."
"Sorun değil abla." diyip masadaki yarısı yenmiş sütlaçı alarak geri çekildiğinde gülümseyerek ayağa kalktım ve sandalyenin sırtına astığım deri ceketimi kollarıma geçirdim. "Borcumuz olsun." dediğinde "Olsun." diye yanıt verdim.
O işletme sahibinin yanına elindekiler dökmeden gitmeye çabalarken ben bir dışarıya bir orada yaşacak şeye bakıyordum. Zamanında masanın üstüne koyduğum çantamı aldığım sırada işletme sahibinin çocuğun ensesine 'aferim' der gibi vurduğunu gördüm. O ufak sarsıntıyla irkilen çocuğun tuttuğu çay bardağı yeri boylarken elinde sadece altlık kalmıştı. Olayın şokuyla öteki elindeki sütlaç kasesini da bırakacak gibi olduğunda işletme sahibi müdahale etti. Kaseyi ve altlığı elinden alıp 'sorun yok' dercesine koluna vurdu.
Çatık kaşlarla adamın anlayışlı tavırlarını izlerken "Kardeşimiz." diye işittiğim sözle yan tarafıma baktım. "Ne kadar anlayışlı bir patron diye düşünüyorsunuz muhtemelen. Kardeşimiz olduğu için öyle. İş öğretiyor."
Yanımdaki kıza vücudumun tamamını dönerek "Bu yaştaki çocuğa iş mi öğretiyor?" diye sordum.
"Ne varmış yaşında?" diye atıldığında ciddi mi değil mi anlamak için suratını inceledim. "Hem ağaç yaşken eğilirmiş." dedi, içmeden de sarhoş olunabileceğini kanıtlar derece de keş gibi bilinçsiz konuşan genç kız.
"Garsonluk bir zanaatkârlıkta benim mi haberim yok? Çocuk okuldan çıkmış işe gelmiş. Neyin kafasını yaşıyorsunuz siz? Yatıp dinlenmesi gerekiyor."
Sözlerimle öfkelenerek üstüme doğru bir adım attığında aynısını yapacağım esnada aramıza biri girdi. "Esra." dedi, karşımdaki kıza doğru, "Müşteriyle kavga edemezsin." işletme sahibinin bu tavrına 'Benimle kavga edebilir' diye karşı çıkacakken telefonumun çalmasıyla ürperdim. Bakışlarım ekrana düşerken aklıma gelen kişiyle geri adımladım.
"Başka zaman sana uzun uzun insan olmayı anlatacağım." diyerek künefecinin kapısına ilerledim. Kızın arkamdan homurdandığını duysam da oraya tekrar dönmedim. Asil'in aramasını onaylayarak telefonu kulağıma götürdüğüm sırada çantamı da düşmesin diye koluma asmaya çalışıyordum. Nihayetinde telefonu açtı.
"Neredesin?" sorusuna arabasına yaklaşmamla "Buradayım." dedim ve aramayı sonlandırdım. Hızlı birkaç adımla arabaya varır varmaz kapıyı açtım, içeriye girdim ve koltuğa oturduğum gibi kapıyı sertçe kapadım. İçime derin bir nefes alıp verdim ama sonrasında "Üzgünüm biraz geç kaldım." deyip çantamı kolumdan çıkardım. Peşinden üstümdeki cekete uzandım. Kollarımdan dışarıya sıyırdığım ceketi kısa sürede katlayarak çantamla birlikte arka koltuğa bırakacakken "Hadi sürsene." demeye kalktım ama arka koltukta gördüğüm Asil'le sözlerim yarım kalmıştı.
Çatık kaşlarla şoför koltuğuna baktığımda gördüğüm hafif tanıdık simayla Asil'e yeniden baktım.
"Şoförle mi geldin?"
"Kırmızı mı giyindin?"
İki bariz cevapları olan sorularımıza karşın aynı anda belli belirsiz başımızı sallamaya kalktığımız esnada ben bir yandan da üstümdeki kırmızı mini elbisede göz gezdiriyordum.