"Seni öpmeme izin ver,"

331 38 110
                                    


Ev yapımı çorbayı kaseye doldurmuş ve Sukuna'nın önüne getirmiştim. Yüzüne biraz daha canlılık gelmişti ama yüksek vücut ısısı yüzünden hala suratı kızarıktı.

"Kendin içebilirsin, değil mi?"

"İçemem," dedi mızmızlanarak. "Hasta haklarımı kullanıyorum. Çorbamı sen içir."

Gülmeme engel olamadım. "Pekala. Aç bakalım ağzını. Aa," dedim ve kaşığa çorba doldurup ağzına uzattım.

"Önce sen iç," dedi itiraz ederek.

"Neden?"

"Hasta hakları."

Kıkırdadım ve kaşığı dudaklarıma götürüp içtim. Cidden aşırı lezzetli bir çorbaydı. Kokusu bile insanı sapasağlam yapardı. Aşçı anne çorbası demek ki bu kadar güçlüydü.

"Şimdi Megumiciğin dudaklarının değdiği kaşıktan içeceğim çorbamı. Daha da şifalı gelir artık."

Kızardığımı hissettim ama yorum yapmadım. Kaşığı tekrar doldurup dudaklarına uzattım. Gözlerini gözlerimden ayırmadan önce dili ile kaşığın altını yaladı. Sonra da keyifle ve yavaşça çorbayı dudaklarının arasından çekerek içti. Dudaklarını yaladı ve kaçan bir damla çorbayı baş parmağı ile yakalayarak dudaklarına götürerek emdi.

Yutkundum, ama yine bir şey söylemedim. Bu sefer araya cinsel tansiyonumu yükseltecek jestler yapmadan uzattığım kaşıktan çorbasını içmişti. Dudaklarının arasına bir parça ekmek ittirdim. "Kuru kuru yeme. Mideni tutsun."

Keyifli bir şekilde ekmeği kabul etti ve hızla çiğneyerek yuttu. Böyle böyle üç dilim ekmek ve bir tabak çorbayı ona içirmiştim. Kendisi içmeyi kesinlikle reddetmişti. Neden mi? Hasta hakları.

Eğlenmesi için ona bir çocuk kanalı açtım ve ayağa kalkarak ortalığı toparlamaya başladım. Ortalıkta hiçbir şey bırakmak istemiyordum. Bu yüzden bulaşıkları da elimde yıkamıştım.

Son tabağı da bulaşıklığa koyduğumda aniden belimden kavranılarak havaya kaldırıldım. Hafif bir çığlığa engel olamazken beni kavrayan güçlü ellerin sahibi görmüştüm. Kimdi ki? Zor soru, değil mi?

Sukuna.

Beni iki koluna yatırıp kucakladı ve kahkaha attı. "Tanrım, göründüğünden daha hafifsin."

"Ayı yavrusu değilim en azından," dedim utanmamı sinire çevirerek ama düşmemek için tek kolumla boynuna tutunuyordum.

"Ayı yavrusu mu? İltifat sayarım." Rahat ettiğimden emin olmak istercesine beni kucağında bir kez zıplattı ve mutfaktan çıkarak üst kata doğru yöneldi. "Nereye?" Diye sordum merakla. "Ayrıca sen hasta değil miydin?"

"Senin ağzının değdiği kaşıktan, senin elinden çorba içtim. İyileşmeyip ne yapacaktım?"

Suratımın kızarıklığını görmesini engellemek için kafamı çıplak göğsüne gömdüm. Hastalığı üstünden atamamış olduğu hızla çarpan kalbinden belli oluyordu. Yorulmuş olmalıydı.

Nereye gittiğimizi söylemedi ama araladığı kapı ile beni odasına götürmesi soruma sessiz bir cevap olmuştu. Elbette odasına daha önce hiç gelmemiştim. Evine bile ilk kez bugün girmiştim ama burasının onun odası olduğu bas bas belli oluyordu. Her şey her yerdeydi. Tek düzgün yer yataktı. En azından açmadığı lamba yüzünden oluşan karanlıkta gördüğüm kadarıyla. Bu yüzden beni bırakmadan yatağa uzanmamı sağladı. Kendisi de üstüme uzandığında refleks olarak nefesimi tutmuştum.

Sukuna'nın odasındaydım ve Sukuna üstümde uzanıyordu.

Yüzünde dikkatli bir ifade ile suratımı inceliyordu. Ben ise karanlığın kırmızı suratımı engellemesini diliyordum ama Sukuna'nın arkasındaki camdan yüzümü aydınlattığına emin olduğum ay ışığı bunu imkansız hale getiriyordu. Ben de onu inceliyordum. Karanlık odada başka birisi gibiydi. Gözlerimi kırptığımdan bile emin değildim.

O sırada gözlerimde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum ama bu hoşuna gitmiş olmalı ki gülümsedi. Suratını bana biraz daha yaklaştırırken düşünmeden elimi göğsüne koyup hafifçe ittirdim. "Dur," dedim hızlıca. Düşünmemiştim, üstüne düşünürsem bunu yapabileceğimden emin değildim.

"İstemiyor musun? Hiç istemiyormuş gibi gözükmüyorsun. Gözlerin, Megumi... Gözlerin seni öpmemi istiyor."

Fısıldayan sesine karşılık titrememi engelleyemedim. Niye böyle oluyordu? Onunla yalnız kaldığım ilk an neden etkisine giriyordum? Neden birisini unutmuş gibi hissediyordum? Oysaki şuan ondan başka bir şey düşünmüyordum ama nedenini düşünemediğim bir vicdan azabı kor bir ateş gibi göğsümü kaplıyordu.

Yüzüme uzandı ve refleks olarak yüzümü ters yöne çevirdim. Bu yüzden gülümsemesi buruklaştı ve uzanarak gözümü öptü. Elimde olmadan gözlerimi yummuştum. Sıcak dudakları iki gözüme de hafifçe baskı bırakırken dudakları çekilse bile açamamıştım.

"Olsun," diye mırıldandı kendi kendine. "Gözlerin seni öpmemi söylüyor, ama ağzın başka bir şey söylüyor. Ben de gözlerini dinlerim, onların dileğini yerine getiririm."

Göz kapaklarım titredi ama yine de açamadım. Zar zor aynı onun gibi mırıldandım. "Gözden öpmek ayrılık getirirmiş."

"Yeşil gözlerin dudaklarımda doğanın uyanışına, ilkbahara sebep oldu. Nasıl ayrılık getirebilir ki?"

"Bilmem," dedim ve yavaşça gözlerimi araladım. Bana hala anlamdıramadığım o duyguyla bakıyordu. Neydi bunun ismi? Bu bakışları daha önce görmüş gibiydim. Kimde görmüştüm ki? Niye bana bu kadar tanıdık geliyordu? Tüm düşüncelerim Sukuna ile kaplı olmasa hatırlayabilirdim belki.

"Hala hastayım. Ben yanıyorum, sen ise soğuksun." Elini kazağımın altından belime yerleştirdi ve söylediği gibi yanan elleri ile titrememe engel olamadım. "Vücut ısılarımızı dengeleyebilir miyiz? Tişörtünü çıkarıp sana sarılabilir ve uyuyabilir miyim? Söz, sadece uyuyacağım."

Nasıl hayır derdim ki?

Elimle kazağımı karnıma kadar sıyırdım. Kalan işi benim yerime o halletti. Bir kaç saniyeliğine görüş açım kapanırken, üstümdeki kazak yerde yerini bulmuştu.

Vücuduma temas eden soğuk hava ile titrememe engel olamadım. Sukuna sözünü tuttu, üstümden çekilip kendini yanıma yerleştirdi. Bir elini sırtıma koyarak beni kendine yaklaştırdı ve vücudumu süzdü. Yanaklarım kızarsa bile göğsümü kapatmak gibi bir hareket yapmadım.

"Çok güzelsin, Megumi. Sana daha ne kadar hayran olabileceğimi bilmiyorum." Dedi bakışları tekrar gözlerime çıktığında.

Parmaklarımı dirseğine götürdüm ve parmak uçlarım yavaşça omuzuna kadar çıktı. Bu sırada sert kaslar da elimin altından geçmiş ve bu görüntüyü ilgiyle izlemiştim. Bunu neden yapıyordum? Neden kendime hakim olamıyordum?

"Çok yakışıklısın, Sukuna." Dedim aynı onun gibi fısıldayarak. Gözlerinden geçen duyguları sayamadım ama beni anın yumuşaklığını bozarak sertçe kendine yasladı. Çıplak göğüslerimiz birbirine değerken eş zamanlı titredik ve alnını alnıma yasladı. "Seni öpmeme izin ver," dedi yalvarırcasına bir ses tonu ile. "Senden izin almak zorundayım."

"Hastasın, uyuman gerekiyor." Dedim son kalan ve çalışan beyin hücrelerimle. Bu yüzden mi beni öpmesine izin vermemiştim? Yoksa başka bir neden mi vardı? Hatırlamıyordum ki. Sağlıklı düşünemiyordum.

Dudaklarım dudaklarından çıkan sıcak nefesi hissetti ama dudaklarımız birleşmedi. Sukuna kendini yatakta aşağı doğru kaydırdı. Yine de vücutlarımızı ayırmadı. Ateşle yanan yüzünü benim soğuk göğsüme yasladı. Kalp atışlarım benim bile kulağımda çınlıyordu. Nasıl duymazdı ki?

"Uyandığımda burada olur musun?" Diye sordu mayışmış bir ses tonu ile.

"Olurum," dedim ellerimi saçlarına götürüp oynayarak. Bunu ilk kez yapmıştım. Jöle ile şekillendirdiği saçları sertti, ama dün akşamdan sonra duşa girmemiş olmalı ki şekli bozularak daha da yumuşaklaşmıştı. Bu yüzden zevkle saçlarını okşadım.

"Umarım," dedi benim bile zor duyabileceğim bir ses tonu ile. Cevap vermedim. Uyku beni de ele geçirene dek, göğsüme kapanmış kafasındaki kumral yansımalara sahip pembe saçlar ile oynamıştım.

Kontrol etmedim hatam varsa affola <333

Twin Problems /İtaFushiSuku/Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin