YÜZLEŞME

212 16 1
                                    

Jin müthiş bir baş ağrısıyla gözlerini açmaya çalıştı ama sanki göz kapakları birbirine yapışmıştı, açılmıyordu "imdaaat kimse yok mu?" diye bağırmak istedi ama sesi fısıltıdan ileri gidememişti nerdeyim ben neden burdayım diye sordu kendine ama cevap yoktu gözlerini biraz aralayabildiğinde etrafına baktı tanımadığı bir odadaydı bembeyaz rahat bir yataktaydı hemen telaşla vücudunu kontrol etti ve derin bir nefes aldı tüm organları tamdı onu kaçıran organ mafyası değildi demekki o zaman kim neden kaçırmıştı yataktan doğrulup kaçmayı düşündü ama ayağa kalkar kalkmaz bacakları kendisini taşıyamamış yere yığılmıştı bu sırada kapı hızla açıldı birisi koşar adım içeri girdi.

"Dur sakin ol korkma bişey yok " dedi üzerine gelirken

Jin komidinin üzerinde duran sürahiyi su bardağını abajuru eline ne geçtiyse karşısındaki dev gibi adama fırlatmaya başladı.

Dur sakin ol benim Namjoon korkma sana bi şey yapmam diyerek Jin'i kucaklayıp yatağa geri yatırdı.

Jin "sen mi kaçırdın beni ama neden ,offf başım çatlayacak gibi ağrıyor hem korkma diyip durma korkak değilim sendenmi korkacağım hıh" dedi

Namjoon"herşeyi anlatacağım ama önce şu ilacı iç" diyerek cebinden çıkardığı hapı Jin'e uzattı etherin yan etkisi baş ağrısı olur ama geçecek ben sana su getireyim dedi odadan çıkarken bir süre sonra elinde suyla geri dönmüş Jin'in ensesinden tutup hafifçe doğrulmasını sağlamış ve içmesine yardımcı olmuş daha sonra yorganı üzerine güzelce örtüp sen dinlen kendini iyi hissettiğinde konuşuruz tamam mı diyerek odadan çıkmıştı

Saatler sonra Jin'in, baş ağrısı hafif hafif azalırken nereye düştüğünü, nasıl düştüğünü ve nasıl kurtulacağını düşünerek kendisini harap etmekten geri durmamıştı. Baş ucundaki sudan kurumuş dudaklarını ıslama amacıyla bir yudum daha aldıktan sonra etrafa bakındı. Bu klasik orman evinin her bir köşesi, sanki ağaçlar arasında kamufle olabilmesi için aynı şekilde tahtadandı. Yatak rahat ve tepesinin üzerindeki cam tavandan anlaşılacağı üzere de hava kapalıydı. Jin ayağa kalktı, köşede yanan şöminenin başına giderken kapı yine sessizce aralandı.

Jin omzu üzerinden, bedenini çevirmeyerek Namjoon'a dönerken ters ters bakmayı da ihmal etmemişti. "Neden getirdin beni buraya!? Etrafımdakilere yaptıkların yetmedi, sıra bana mı geldi?"

Namjoon, kendisine karşı sarf edilmiş sözleri umursamadan yanıma ilerlemeye başladı fakat Jin'in tiz ve sert sesi onu yerine sabitlemeye yetmişti. "Yaklaşma bana! Pislik herif! Her şeyin bir sınırı var ve sen onu çoktan aştın. Bari buradaki sınırı aşma."

"Ether hala etkisini yitirmemiş anlaşılan." Delta kollarını göğsünde kavuşturup sertçe omegaya bakmayı sürdürdü. "Buraya etrafındakilere daha fazla zarar vermeyeyim diye geldik zaten.Bunu yapmaya beni sen zorladın telefonumu engelledim benimle görüşmeyi reddettin en sonunda Taehyung'lada küstün ondanda haber alamaz oldum dışarı çıkmadın seni göremedim en son babanında artık seni aramamam için yaptığı nazik uyarıdan sonra mecbur kaldım seni kaçırmaya. Artık konuşup anlaşmaya varmamız gerkiyor."

Jin şöminenin yanındaki eski görünümlü ama daha çok halk dilinde vintage diye geçen koltuğun parlak yüzeyine yavaşça bıraktı bedenini. "Bizim konuşacak hiçbir şeyimiz kalmadı."

Namjoon da durumu fırsat bilip şöminenin diğer yanındaki koltuğun ucuna otururken dirseklerini diz kapaklarına yaslamış, olabildiğince eğilmiş ve gözlerini omegasının gözlerinin hizasında tutmaya özen göstermişti. "Ne yaptım, tanrı aşkına? Sadece çiçek aldım sana."

"Yalancısın sen!" Jin yanan alevden bakışlarını ayırmadan ruhsuzca sarf etmişti sözlerini. Adeta tükürürcesine konuşuyordu. Bu delta kendisini öldürecekse de öldürsündü, onunla ömür çürütmekten bin kat daha iyiydi. "Sen çiçekleri ilgilendiğin kişi için kendin alamayacak meşgul ya da odun bir adamsın. Seninle yaşayamam ben asla ikinci sırada olamam."

"Herkes hata yapar. Haklısın, çok meşguldüm ama olaylara hep düz bakıyorsun. Onca işin arasında aklımda olan hala sendin. Sana çiçek yetiştiremeyeceğim diye ödüm koptu, ben de asistanımdan istedim. Bu seni sevmediğim anlamına mı gelir? Sana değer vermiyor olsam bunu isteyecek düşüncem bile olmazdı, değil mi?"

Jin'in uzun süren sessizliği yüzünden Namjoon derin bir iç geçirdi. Kelimelerin havada, Jin'e ulaşamadan tıpkı izledikleri şöminedeki ateşlerden yukarı süzülen küller gibi yok olduğunu sanıyordu. Koltuktan attığı bedenini yere bırakmış, ilk defa dizleri üzerine çökmüştü. Omegasının elini tutup gözlerine yalvarırcasına baktı. Tüm o statü şimdi hayatını adayacağı omegasının ayakları altındaydı. İstediği gibi ezebilirdi, istediği gibi emir verebilirdi. Delta, omegasının sözünden asla çıkmayacağının sözünü vermiş gibiydi bu basit beden diliyle.

Jin önce şaşkınlık, ardından merak, hemen ardından da öfkeli bir ifade takındıktan sonra sertçe itti deltayı. "Sanıyor musun ki bu kadar kolay affedilirsin? Tüm görüştüğüm alfaları öldürdün, hayatı bana zindan ettin. Seninle tanışmadan önce çok daha parlak geçen günlerim şimdi bu hava kadar kapalı ve yağışlı. Hepsinin tek sebebi sensin!"

Namjoon kendini zor tuttuğu o noktayı düzeltmek için kendini her ne kadar tuttuysa da bir işe yaramamış ve bilmiş dudakları "öldürmedim, yaraladım sadece." Demek için aralanmıştı.

Öfkeli omega hiddetle ayağa kalktı, yumukrlarını sıkmış, ayağını mızıkçı bir çocuk gibi yere vurmuştu. "Sence konumuz o mu şu an!? Sana burada çektiğim acıdan bahsediyorum, sense hala statünü korumak peşindesin. Öldürmedim, demek de ne demek oluyor!? Yaralanan çok mu masum yani? Bir gün beni de yaralarsan öyle mi diyeceksin!?"

"Bir gün benim mi olacaksın?" Delta hevesle sormuştu, bir umut ışığı görebilmenin tatlı, çocuksu mutluluğu içindeydi. Yani omeganın aklından beraber olma hayalleri mi geçiyordu? Kendisiyle bir yuva kurma hayali var mıydı yani? "Bir gün benim olursa. Herkesi öldürürüm ama senin kılına zarar vermem, güçsüzleşirim. Alelade bir beta gibi olurum. Seni mutlu etmek için varımı yoğumu, hatta kişiliğimi bile ortaya koyarım. Statü de statü! Hepsinden uzaklaşıp burada yaşayalım. Senin olduğun her yer benim hüküm sürdüğüm krallıktır. Senin olmadığın yerse bit pazarından farksız."

Jin sessizliğini korudu, deltanın süslü kelimelerine aldanıp aldanmaması gerektiğini düşünürken derin bir nefes aldı. "Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.. lütfen."

Delta önce bir dönüt alabilme umuduyla, ardından omegasının ciddiyetinin farkında olarak başını aşağı yukarı salladı. Ayağa kalktı, üstünü başını düzelttikten sonra odanın diğer köşesine yol aldı. Yatağın üzerindeki battaniyeyi ve yastığı alıp tekrar Jin'in yanına döndüğünde yastığı sırtına, battaniyeyi ise üzerine örtmüştü. Onun hanımeli feromonlarını en güzel şekilde ortaya döken saçlarına uzun ve özlem dolu bir buse bıraktı. "İstediğin zaman olsun, sana tüm zamanımı verebilirim."

Jin gözlerini şömineden ayırmadan ve Namjoon'un hareketlerini biraz olsun umursamadan ateşin başında oturmaya devam etti. Namjoon sessizce kapıya ilerlerken bile tek gördüğü omegası ve onun yorgun çehresiydi. Belki de gerçekten onu yorabiliyor olduğunu düşündü bir an için.

İlk tanıştıkları anı düşündü. Aklında hiç böyle bir omegayla beraber olmak yokken olayların buraya evrilmesini kader olarak kabul etti. Kalbi, histen yoksun o kalbi bu omega için atıyor, bunu da Namjoon'a en iyi şekilde iletiyordu. Namjoon bile artık onsuz yaşayamayacağını anlamış gibiydi. Zordu, onun kırdığı güvenini kazanmak gibi konu sevmek de çok zordu ama üstesinden gelebileceğine inanıyordu.

Kapının kolunu usulca kavradı kendisine doğru çekerek aralarken son kez başını omegasına çevirdi. "biliyorsun..." Dedi net bir sesle. Omegası ona bakana kadar da devam etmemişti. Ne zaman ki o kusursuz yüz kendisine dönmüş, meraklı gözler kendisini süzmüş, o zaman konuşmasına devam etmişti. "Sen benim olana kadar seni buradan çıkarmayacağım."

MY HUSBAND // NAMJİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin