Hastane de kaldıkları süre zarfında ne Robin tek bir kelime etmiş, ne de Öykü ona bir yanıt vermişti. Murat ağa babasını da alarak Öykü'yü göremeden konağa geri dönmüş, merakla haber bekleyen Dewran hanım'a durumun iyi olduğunu anlatmıştı. Aradan geçen dört saatin ardından doktor son kez odaya gelerek çıkmaları için onay vermiş, biraz daha dikkatli olması gerektiğini ve kendini koruması gerektiğini Robin ağa'nın yanında Öykü'ye bildirmişti.
Sabah altı suların da Öykü ve Robin hastaneden ayrılarak tek bir kelime konuşmadan arabaya bindiler. Öykü'nün içi içini yese de asla belli etmek istemediğinden sadece önüne bakmayı tercih ediyordu. Yola çıktıkları an ikisi de daha sakin, daha da sessizlerdi.
Kısa süren yolculuğun ardından Haznedar konağına ulaştılar. Öykü hiç beklemeden arabadan inmiş, konağın kapısından içeri girmişti. Dewran hanım ve Fatih ağa avluda ki çardak da gelinlerini bekliyorlardı. Görür görmez ayaklanmıştı Dewran hanım.
"Öykü." Diyerek ten rengi solmuş, boynunda ki sargı bezine bile kan bulaşmış olan gelinine doğru yürüdü. Öykü, herkese düşman olmayı bilirdi fakat bu kadına asla kıyamazdı.
"Anne." Dedi kısılan cılız sesiyle.
Dewran hanım hızlı adımlar atarak kocaman sarıldı gelinine.
"Özür dilerim keça min (kızım), çok özür dilerim."
Öykü sadece minik bir tebessümle yetindi, o da karşısında ki kadını kırmamak içindi.
"Sen şimdi çıkıp güzelce dinlen, hatta ben sana başka bir oda hazırlatayım."
"Anne."
Dewran hanım, oğlunun bakışları altında ezilirken tekrar gelinine dönmüştü.
"Sen iyi ol, canın ne isterse onu yapalım."
"Öykü odaya çık." Robin ağa uyarıcı bir ses tonuyla konuşuyordu. Sanki Öykü başka bir odaya geçince rahat edebilecekti, kocası her gece o odaya girmenin bir yolunu mutlaka bulurdu. Bir şey demedi Öykü, merdivenlere yönelerek odasına adımlamaya başladı.
Sadece birkaç saat önce onun deyimiyle kıyametin koptuğu odaya tekrar girmiş, etraf da göz gezdirmişti. Kırılan ayna ve vazo parçaları toplanmış, kan damlayan halılar yenileriyle değiştirilmişti. Hiçbir şeye hali kalmadığından usulca yatağa giderek yorganı kaldırdı. Bu yatak da yaşadığı anlar kalbini paramparça ediyordu. Ayakkabılarını çıkararak yatağa uzandı, kendini asla ait hissedemeyeceği yatak da yorganı üstüne çekmiş, ağlamaktan kan toplayan gözlerini kapatmıştı.
Soylu konağı da bu gece aynı kaderi yaşıyordu. Eve daha ulaşamadan Şivan ağa'nın arabasının önü kesilmiş, Helin ana'nın gözlerinin önünde oğluna üç el kurşun sıkılmıştı. Ardından hastaneye götürülmüş olsa bile içinin yanması geçmemiş, hem kızının kaderine, hem de oğluna ağlamıştı. Dilinden dua hiç eksik olmadan sabahlamıştı hastanenin koridorunda. İyi haber geldiğinde evdekilere anca haber verebilmiş, korkulacak bir şeyin olmadığını söylemişti. Berzan da dahil olmak üzere Öykü'nün hamile olduğunu hala söylememişler, o gece de Haznedar konağına kimseye haber vermeden gitmişlerdi.
Oğlu, ameliyattan çıkmış ve bir odaya alınmıştı. Helin ana uzun uğraşlar sonucu doktoru ikna ederek Şivan'ın yanına girdi. Oğlu bir sürü makineye bağlanmış, saçları dağınık bir şekilde uyuyordu. Güzelce başını okşadı oğlunun Helin ana. O sırada Şivan ağa ağır ağır açıyordu gözlerini.
"kurê min ê bedew (güzel oğlum)."
Şivan ağa direkt olarak annesini görmüş, ardından da etrafı incelemişti. Son anlar yavaş yavaş aklına geldiğinde düşündüğü tek şey kardeşi olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAZNEDAR
Fantasy-BERDEL KONULUDUR- +18 Maviliklerinde denizi ve gökyüzünü barındıran kadın, toprağın en koyu tonuna aşık olmuştu. Berdel onun için şimdi başlıyordu.