Ozan yine her şeyi berbat etmişti. Şaşırmadım, hastaneye gidiyorduk. Telefonum susmuyordu. Memorial Hastanesi'ne gidiyorduk. Artık Ozan ona nasıl vurduysa sırtını ve başını duvara sürterek yere düşmüş olacak ki başının arkası ve sırtı kanıyordu.
Nesi vardı? Neden böyle yapmıştı? Kocaman bir soru işareti aslında.. Bana sormadan ne anlayabilirdi, ki bu onu ne ilgilendirirdi?
*
Hastaneye vardığımız zaman ana kapı önünde Ozan vardı, suratında pişmanlık duygusundansa büyük bir sinir görüyordum. Bora'yı sedyeye kaldırdıklarında dolu olan gözlerim daha çok dolmuş, akan yaşlardan yutkunmayı bırak göremeyecek hâle gelmiş bi' şekilde başım dönüyordu ve nefes alamıyordum. Ozan uzaktan bana doğru koşarken her şey bulanıklaşmış haldeydi, gözlerime perde inmişçesine gözlerimi ovuşturmam bile işe yaramıyordu. Hafifçe sendelediğim sırada Ozan yanıma gelmiş olacak ki tek elini belime koyup kendine çekti.
Benimle konuşmaya çalışıyordu ancak ne onu duymak istiyordum ne de ona duyulmak istiyordum. Sadece Bora'yı istiyordum...
Ozan'ın ağzından
Pişman değildim sadece kırgındım beni sevmemesi yetmiyormuş gibi başkasına ağlıyordu. Bunları düşünürken bir sedye gördüm, içinde o piçi görünce daha çok sinirlensem de ambulans kapısından ağlamaktan mavi gözlerinin yeni cilalanmış cam gibi parlayışını görünce yumuşamıştım. O anda annemin evdeki bir sözü geldi aklıma. 'Değer miydi oğlum..' kapıyı vurarak gitmiştim evden. Bencillik yaptım. Sadece sinirimi kullanarak bir anne hayal kırıklığına bir adamın canının yanmasına ve en önemlisi de.. İki kız çocuğunun korkudan ağlamasına..
Ona doğru koşmaya başladım gözlerimin içine bakarken yürümeye başladı. Yanına yaklaşıp ona seslendim. "Alya?" Bana doğru sendeleyip tekrardan suratıma baktı. Gözlerinde korku vardı, sinir vardı. İstemsizce yumuşamıştım, bu sırada kafasının geriye doğru teslim olduğunu ve gözlerinin arkaya doğru kaydığını gördüm. O anki soğukkanlılığım ile Alya'yı hemen kollarıma sardım... Tekrardan düşündüm.. Alya kollarımda baygındı. Bedeninin gücü kaybolduğunda kollarımı onun sırtına doladım ve göğsüme bastırdım. "Alya, uyan sevgilim." Tek kolum sırtındayken diğer kolumu da bacağına sarıp onu kucağıma aldım. "Doktor, hemşire, güvenlik!" Ne dediğimi ve ne yaptığımı bilmiyordum. Ama tek bir sorun vardı. Ona kör kütük saplanmıştım ve çok geçti. O kucağımdayken hastane içine girdiğimde belirli doktorlar bize yardım etti ve Alya'yı acil odasına aldılar.
*
Ağlayamıyordum, kızgın ve serttim ona karşı duygularım bölünük bir şekilde parçalanıp beynimin her köşesine çarpıp seken mermiler misali beynimdeki sinir hücrelerini deliyordu. İkiside ölse bile yan yana aynı gün gebermelerini istemiyordum.
Çocukluğumdan gelme sinir hastalıklarım vardı. Annem delinin tekiydi, tek bir hatam olsa bile beni evden atar ve sürem bittiğinde ise hiçbir şey olmamış gibi otoriter ve soğuk sesiyle herkesin içinde balkondan "süren doldu." diye seslenirdi. Mevsimi asla farketmezdi ona kimi zaman donmaktan kimi zaman ise yanmaktan ölecek kadar olsamda beni asla içeri almazdı. Dışarıda büyüdüm desem yeridir aslında. Tabii ki Alya hanım evinde ailesiyle her gün pasta yerken öyle tahmin ediyorum ki, ben ise babam yurt dışı görevinde henüz kardeşim hayatta yokken annemle tek olmam yetmiyormuş gibi dışarda ekmek aramak için sokak sokak geziyordum. Hatta bir abiyle tanışıp gitar eğitimi almıştım bu sayede sokakta ve kafelerin önünde gitar çalıp şarkı söyleyip bazı haftalar para kazanıyor ve bu parayı 'sürem' bitince eve götürüyordum. Dilenciden farksız aşalığın tekiydim. Babamı çok severdim çünkü sadece onun olduğu haftalar sımsıcak ve güvenli olan dört duvarlı yerde barınabiliyordum. Aralıksız..ve..süresiz. O beni severdi annem ise dışlardı. Annem harika güzel bir kadın ancak sanırım bu güzelliği ruhuna kilitli kalmış gibiydi. Büyüdükçe aşağılanma hissi gururumu sikiyordu, artık annem kovduğunda gitmiyor kendimi odaya kapatıyor eğer devam ederse kendimi öldüreceğimi söylüyordum. Hayat Oya Dünya'ya gelene kadar böyleydi. Prensesim doğduktan sonra annem çok değişmişti. Onu evden atmıyordu onu dövmüyordu. Ama ilgilenmiyordu da yetemiyordu bize yetmek istemiyordu doğrusu.. Ah Oya'yı da kırmıştım değil mi?
Dalmış olmalıyım ki hemşirenin dalmamı önlemek için salladığı eliyle hayata geri döndüm. "Hasta yakını mısınız" "Ta kendisi erkek arkadaşı oluyorum." "Durumu iyi konuşabilirsiniz." "Sağolun kolay gelsin!"
*
İçeri girdiğimde Alya bana doğru usulca döndü. Halsiz ve kırgın olduğu göz bebeklerinin harika mavisini boyamasından belliydi. "Git.." mırıldanarak söylemişti. Sinir katsayım o an yeniden yükselmişti, belkide affettirecektim ama o diğer piçi tercih etmişti. Bunları kurgularken kapıyı vurup oradan ayrıldım.
..Emre'yi arayıp her şeyi anlattım. Sanırım Ozan'ı tanıyordu, şaşırmadı anlattıklarıma geliyorum diyip telefonu kapamıştı.
Kapı aralandı ancak gözlerim kapalıydı ve yarı uykudaydım gözlerimi açamayacak kadar yorgundum. Kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Emre'nin ağzından
İçeri girdiğimde sedyede yatıyordu telefonu alıp bir fotoğrafını çektim.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yanına yaklaşıp eğildim, onu anlıyordum Ozan böyleydi.. Değişmezdi. Ellerimi Alya'nın saçlarına götürüp hafifçe orada gezdirdim. O an içeri Ozan girdi, elinde bir buket gül vardı. Suratıma bakıp içeri geçti, kapıyı çekip buketi koltuğa koydu. Ellerimi Alya'nın saçlarından çekip doğruldum. Çapraz bi şekilde sarılıp omzuma ağlamaya başladı. Ozan ağlıyordu, korkmuştu. Ozan büyümüştü, duyguları tadıyor ve yaşıyordu..