Bugün odama yeni birini almışlardı. Geldiği ilk anda etrafına bile bakmadan doğrudan yatağına yönelerek boylu boyunca uzanmıştı. Sessiz bir tipti; sessiz tipleri severdim, ancak bir oda arkadaşı istemiyordum. Tabii, burada isteyip istememe aldırış etmezlerdi; neden etsinlerdi ki?
Burada olma sebebini bilmiyordum; başka hangi hastalıkları var, bilmiyordum. Adam hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Geldiğim ilk zamanlarda ki gibi sessizlik yemini etmiş olabilirdi, bu yüzden onu konuşturmaya çalışarak zorlamak istemiyordum.
Yatağından pek çıkmıyordu, banyoyu pek kullanmıyordu. Yani, yerinden bile kıpırdamadan öylece duvarı izliyordu.
Öğle vakti, Annemle konuşmam için birkaç görevli beni almaya gelmişti. Onlara, ne kadar yeni gelen kişinin en azından ismini öğrenmek istediğimi sorasım gelse de, sessiz kalmayı seçmiştim.
Annemle buluşmama odaklanmaya çalıştım. Uzun zamandır onu görmezden gelmeye çalışıyordum ve bu durum benden çok onu zorluyordu. O, aslında benim annem bile değildi; benim bakıcımdı. Bana özel bir dadı değildi elbette; biz, o kadar zengin değildik. Aile içinde bazen gerilim artarken, sürekli buna dayanamayarak evden kaçtığım oluyordu; bana o bakıyordu bu zamanlarda.
Onu ilk defa gördüğümde, evden ilk kaçışım değildi; ama en çaresiz kaldığım anlardan biriydi diyebilirdim. Evden kendi isteğimle ayrılmış olmama rağmen, tekrar eve dönüp annemle kavga etmek istemiyordum; kardeşlerimi kollamaya çalışmak istemiyordum, çünkü zaten yapamıyordum. Bir abiydim ama bu konuda çuvallamakta üstüme yoktu. Bu yüzden, kardeşlerimi kollamak şöyle dursun, onların yanında bile kalmak istemiyordum.
O çaresiz anlarımdan birindeyken, bankta uyumak için güvenli bir park aramaya koyulmuştum. Uykumun en derin evresinde, onun tarafından uyandırılarak evine çağrılmıştım. O günden beri, ne zaman annemle kavga etsem ayaklarım onun evine yönelirdi. Onun da kocası yoktu; çocukları hiç olmamıştı; bana hiç sahip olmadığı oğlu gibi bakardı, bende ona hiç sahip olmadığım annem gibi. Birbirimizi anlamıştık ama hayatımı karartan o geceden sonra onunla tekrar görüşmek istememiştim; bir hayal kırıklığını daha görmeye tahammülüm kalmamıştı çünkü, hem de sevdiğim biri tarafından.
Şimdi ise tekrar bir araya gelecektik. Polise gitmiş, benim için mücadele etmeye devam etmişti. Benim için savaşabilecek birileri varsa, o da kardeşlerim ve annemdi: hayatta olan annem ve ölü olan kardeşlerim. Gerçek annemin kılını bile kıpırdatacağını düşünmüyordum; zaten bunu öğrenemiyordum da. Ebediyen de öğrenemeyecektim.
Dışarı çıktığımızda gözlerim etrafta dolanarak onu aradı; çok geçmeden buldu da. Görüşe gelenler gibi bir bank bulup oturmuştu.
Tanrım, bir insan hiç mi değişmezdi? Hala bıraktığım gibiydi; sadece şimdi daha çökmüş görünüyordu. Benden kaynaklandığını ne kadar düşünmek istemesem de öyleydi, biliyordum. Yeşil baş örtüsünü düzelttikten sonra, elindeki peçeteyle birkaç kez burnunu sildi. Ağlamaktan gözlerinin şiştiğini, ona her yaklaşığımda daha da fark ederek üzülüyordum.
Böyle olmak zorunda değildi; ama böyle olmuştu. Hayat, kimse için adil değildi.
Gözlerindeki yaşları sildikten sonra kafasını kaldırarak beni fark ettiği ilk anda, donup kaldı. Gözyaşları ve gözlerindeki kırgınlık eş zamanlı ortaya çıkmıştı. Benim ilk hareketim, gardımı indirerek ona kollarımı açmak oldu; kollarıma sarılarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.
''Yavrum benim, yavrum...'' O kadar sıkı sarılıyordu ki, sanki tekrar beni elinden düşürme ihtimaliyle içi korku doluyordu. Yüzümü ellerinin arasına aldı. ''Sana ne yapmışlar böyle?'' diyerek tekrar sarıldı.
