İŞTE GELDİM BURADAYIM :D GEÇ OLSUN GÜÇ OLMASIN DEMİŞLER. UMARIM BEĞENİRSİNİZ. GEÇ OLMASINA RAĞMEN ELİMDEN GELDİĞİNCE UZUN YAZMAYA ÇALIŞTIM. İYİ OKUMALAR.
Ö-PÜL-DÜ-NÜZ.
OYLARINIZI VE YORUMALARINIZI HATTA HİKAYEYİ BAŞKALARINA ÖNERMEYİ UNUTMAYIN :)
Rüya görüyordum. Beyaz bir elbisenin içerisinde göl kıyısında koşuyordum. Rüyada olmama rağmen dejavu hissi beni sarmalıyor, bir şekilde buraya daha önce geldiğimi biliyorum. Rüzgâr geliyor sonra o da benim gibi beyazlara bürünmüş. Birlikte yürüyor, birlikte koşuyoruz. Duruyoruz. Yüz yüzeyiz. İkimizin de tek bir şey var aklında. Yaklaşıyoruz. Dudaklarımız bir birini bulu...
Ağlama sesi. Bugünlerde duymaya alışkın olduğum bu ses yüzümü buruşturdu. Yüz buruşturmam refleksten başka bir şey değildi. Kalkmak istemiyordum. Yorgundum. Küçük oğlum çok duraksızdı ve bizi hiçbir şekilde uyutmuyordu. Uykunun bahsi geçtiğinde bile sanki biliyormuş gibi ağlamaya başlıyordu. Günlerdir bu duruma maruz kalmak uykusuzlukla birleşince bizi asabi, sabırsız insanlara dönüştürüyordu. Rüzgâr ile ikimiz birbirimize karşı sabırlı ve anlayışlı olmaya çalışıyorduk ama bunun çok uzun süre gidip gitmeyeceğinden şüpheliydim. Sonuçta ikimiz insandık ve bir sabır noktamız vardı. Bardağın ne zaman taşacağını merak ediyordum.
"Sıra sende" dedi Rüzgâr uykulu bir şekilde. Konuşmaya başlayınca benimkinin de öyle çıkacağından eminim.
"Hmm." Dedim gözlerimi açmadan. "Belki centilmenlik yapmak istersin ha?"
"İsterdim ama zaten birçok şeyi yapmıyorsun bari bunu yapabilirsin değil mi?" Sustum. Gözlerim anında açıldı. Neden bahsettiğini biliyordum. Anlamama imkân yoktu zaten. Konu her şekilde dönüp dolaşıp oraya geliyordu ve biz tartışıyorduk. Yatakta doğruldum. Ayaklandığım sırada Rüzgâr elimi tuttu. Ona baktım. Gözleri bağıra bağıra özür diliyordu. Elimi çektim ve bebeğimin yanına gittim. Sürekli bunu tartışıyorduk ve bir şekilde ortamı yumuşatan hep ben oluyordum. Anlayış göstermesi gereken oydu. Hazır olmadığımı söylüyordum. Daha niye uzatıyordu ki? Oğlumu kucaklamaya yeltendiğimde yanımıza gelen Rüzgâr Barış'ı kucakladı. Barış babası onu kucaklar kucaklamaz susmuştu. Kerata yedi yirmi dört ilgi istiyordu.
"Güzel" dedim. "Sen Barış ile ilgilendiğine göre bende biraz uyuyabilirim. Hak ettiğim şekilde." Yataktan yastığımı aldım ve tekrar Rüzgâr'a döndüm. "Başka bir odada" Rüzgâr'ın gözleri büyüdü. Bunu yapmamı beklemiyordu. Bende başta bunu yapamamayı düşünüyordum ama işler spontane gelişmişti ve şu an yapılacak en doğru şeyin bu olduğunu düşünüyordum. Beni anlamalıydı.
Yastığımı alıp aşağı kata inerken oğlum adına en ufak bir şüphem yoktu. Rüzgâr yeri geliyor ona benden de iyi bakıyordu. Bunun verdiği huzurla yastığı kanepeye koydum ve uzandım. Başımı yastığa koyar koymaz uykuya dalmışım. Uyumuştum uyumasına lakin bu sefer rüyamda o huzurlu mutlu yer yoktu. Bilmediğim karanlık diyarlara dalmış gitmiştim.
...
Uyandığımda mutfak tarafında bir hareketlilik vardı. Çatal, kaşık tabak sesleri geliyordu. Yattığım yerde oturur pozisyona geldim. Yemek masasında hazırlanmış bir kahvaltı vardı. Masanın üzerinde ise Barış ana kucağının için de yatıyordu. Rüzgâr elindeki tabakları içeri taşıyor, bir yandan da Barış'a laf atıyordu. Uyandığımı fark etmemişlerdi. Elindeki son tabağı da masaya koyarken Rüzgar benim tarafıma baktı ve göz göze geldik.
"Ah. Anne uyanmış" dedi Barış'a bakarak. Barışın buna tepkisi elleri ve ayaklarını oynatmak oldu.
"Kahvaltı hazırlamak ha? Bakalım daha nelerini göreceğiz."