GECİKTİĞİ İÇİN ÜZGÜNÜM...
VOTE VE YORUMLARINIZI EKSİK ETMEYİN.
İYİ OKUMALAR.
Ö-PÜL-DÜ-NÜZ.
Rüzgâr ile eve dönmemizin üzerinden yarım saat geçmemişti ki Poyraz ile kendimizi tekrar arabanın içinde iki tarafı palmiyelerle dolu caddede bulmuştum. Telefonda sözleştiğimiz gibi Poyraz'ın çiftlik evine gidiyorduk. Anlattığına göre güzel ve küçük bir yerdi. Şehrin dışında, insanlardan uzak, kuş sesleriyle dolu, yemyeşil bir yer... Ondan orayı dört kelimeyle tarif etmesini istediğimde harfi harfine böyle söylemişti. Anlattıklarından yola çıkarak az çok aklımda bir şeyler oluşmuştu. Ama gittiğimde karşılaştığım şey aklımdakilerle bariz bir tezat oluşturuyordu.
Bakmakta olduğum büyük, iki geniş kapıyla dünyadan soyutlanmış geniş bir bahçeyle gösterişi desteklenmiş bu -ev bile demeye çekindiğim- şaheser Poyraz'ın kafasındaki küçük olgusunu sorgulatıyordu.
"Senin küçük anlayışın bu mu" diye seslendim Poyraz'a. Biraz arkama park ettiği arabasından yeni iniyordu. Başım yukarıda gözlerim evin üst taraflarını incelerken gözüme gelen güneşi engellemek amacıyla elimi alnıma koyup gözlerime siper ettim. Ev o kadar büyüktü ki başımı yukarı tutmaktan boynum ağarmaya başlamıştı. Ağrımı görmezden gelip bu büyük eve bakmaya devam ettim. Ağrı giderek baş edilmez bir hale gelince pes edip başımı aşağıya indirdim. Toprak yolda duyulan Poyraz'ın ayak sesleri bana doğru geldiğinin habercisiydi. Yerimden kıpırdaman onun yanıma gelmesini bekledim. Yanıma geldiğinde elini sırtıma koydu. Ona baktım.
"Tahmin edeyim. Burası değil. Şimdi yaklaşık on kilometre ötede olan küçük evine yürüyeceğiz. Dur sen söylemeden söyleyeyim oraya arabayla da gidemeyiz çünkü yol yok. Sadece senin gide gele otların arasında aşındırdığın dar bir patika var." Duraksadım. Aklıma gelen şeyle çocuksu bir tavırla ellerimi birbirine çırptım ve hafifçe yerimde zıpladım. "Poyraz koyun falan da görür müyüz ki?" Poyraz başını iki yana salladı. Allah'tan sabır dilercesine derin bir nefes aldı.
"Bakıyorum görmeyeli hayal gücün tavan yapmış. Ve sen söylemeden söyleyeyim burası." Yaşadığım hayal kırıklığıyla omuzlarım düştü, dudaklarım büzüldü.
"Bir kere ben hep böyleydim." dedim savunmaya geçerek. "Hem sana bana ev küçük demedin mi? Allah aşkına senin kafanda küçük nasıl bir şey bana bir söyler misin?" Elim anlatımımı güçlendirmek için eve doğru kalkmıştı. Poyraz eve bir de bana baktı. Omuz silkti.
"Annemlerin çiftliği bundan daha büyük."
"Ha bir de annenlerin ayrı çiftliği var. Ortak kullanım alanı değil yani." Bakışlarımı Poyraz'dan alıp bir iki adım atıp çiftliğe biraz daha yaklaştım. Bu yakınlaşma sanki bir şeyi fark etmemi sağlamıştı. "Bilmem biliyor musun ama bundan daha küçük olan yerleşim yerleri var." Poyraz kafası karışmış bir şekilde bana baktı.
"Pardon ama Asya... Ne yapayım şimdi?" Doğru ne yapacaktı şimdi? Bu konuşmayı yaparken bunu hiç düşünmemiştim.
"Hadi içeri girelim" dedim. Amacım tamamen konuyu değiştirmekti. Poyraz da bu isteğimi geri çevirmedi ve devasa boyuttaki kapıyı ittirdi. Kapının iki tarafı ortadan geriye doğru ağır ağır açıldı. Poyraz her zamanki beyefendiliği ile geriye çekildi ve bana yol verdi.
"Buyurun"
Bahçeye adımım adım atar atmaz dikkatimi çeken ilk şey bahçenin bu kadar boş oluşunun ev ile yarattığı tezattı. Bahçede evin hemen bitişiğine yapılmış platformun üzerine konulan masa ve sandalyelerden başka bir şey yoktu. Anlaşılan evi yapan bahçeyle uğraşmamıştı. Ki zaten bu şaheser gibi evin yanında ne yaparsan yap her şey sönük kalırdı. O yüzden ben oyumu uğraşmamıştan yana değil de uğraşmaya lüzum görmemişten yana kullanıyordum.