BEN GELDİM! NEREDEYSE 83.000 KİŞİ OLDUK. YERİMDE DURAMIYORUM RESMEN. iKİNCİ KİTABA GEÇMEDEN BU KİTABIN 100.000 KİŞİ OLMASINI İSTİYORUM. LÜTFEN DESTEKLERİNİZİ ESİRGEMEYİN. DESTEKLERİNİZE EN İHTİYACIM OLAN ZAMAN BU ZAMAN ÇÜNKÜ. HİKAYEYİ ULAŞTIRILABİLDİĞİNİZ HER KİŞİYE ULAŞTIRIN VE ÖNERİN. SİZDEN KÜÇÜK BİR RİCAM BU SADECE. BU HİKAYEYİ BURALARA GETİREN BEN OLDUĞUM KADAR SİZLERSİNİZ DE BU YÜZDEN BENİM İÇİN BUNU DA YAPABİLECEĞİNİZİ DÜŞÜNÜYORUM, BİLİYORUM DA.
SEVİLİYORSUNUZ.
Ö-PÜL-DÜ-NÜZ.
OYLARINIZI/YORUMLARINIZI/DESTEĞİNİZİ ESİRGEMEYİN.
Asya'nın bakış açısından;
Uyandığımda güneş gökyüzündeki yerini çoktan almıştı. Işınlar tam yüzüme vurmasına rağmen bu durumdan hoşnutsuz değildim. Aksine hoşuma gidiyordu. Yüzümde ışıl ışıl olduğuna inandığım bir gülümseme vardı ve bu güneş ışınları gülümsememi daha parlak yapıyordu.
Çarşafa daha sıkı sarıldım. Çıplaklığımı örtmek için garip ve anlamsız bir çabanın içerisine girdim. Üzerimde dirseğinden destek alarak duran adam vücudumun en ince detayına kadar biliyordu hâlbuki. Benimki sadece içgüdüsel bir korumaydı sadece. Saklamak değildi.
Gözlerine, sözlerine, yürüyüşüne daha nice sayamadığım özelliğine aşık olduğum adam gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerini bir an bile olsun kırpmadan bakıyordu. Bu ben de güçlü bir dejavu hissi oluşturuyordu. Bir sihirli değnek değmiş de eski günlere dönmüş gibi hissediyordum. Anın büyüsüne kapılmış bir yandan da anın komikliğine gülmemek için kendimi zor tutarken oda oğlumuzun ağlama sesiyle doldu. Evet, durumun komik olduğunu düşünüyordum çünkü ikimizde bir yarışa girmiş gibiydik. Kim gözünü kırpmadan en uzun süre dayanacak gibi...
Rüzgâr yataktan kalktı. Gölgesini de peşinden sürükleyerek oğlumuzu beşiğinden aldı. Sadece boxer ile kaplı vücudu bana enfes bir görüntü bahşediyordu. Dudağımı ısırıp onu izlemeye devam ettim. Kollarını uzattı ve nazikçe oğlumu kucakladı. Başını Barış'ın küçük başına yasladı.
"Şşş" diye fısıldadı kulağına doğru. Barış babasına anında tepki verip sustu. Rüzgar onu kucağından bırakmadan yatağa döndü. Yanıma uzandı. Kucağındaki oğlumuzu sırtı göğsüne gelecek biçimde yatırdı. Elimi uzatıp o küçücük eli tuttum.
"Uyandın mı aşkım." Barış sesin geldiği yönü takip etti. Başı bana çevrildi ve hediye olarak bir gülücük aldım ondan.
"Uyandı baksana" dedi Rüzgar. "Hemen ortalığı velveleye de verdi." Barış'ın başı bu sefer yukarı kaykıldı. Babasına bakmaya çalışırken neredeyse boynunu kıracaktı. Rüzgar hem ona yardım hem de muziplik olsun diye başını eğdi. Burnunu burnuna sürttü. Barış ellerini yukarı kaldırdı. Babasının burnunu tutmaya çalışıyordu. Bunun üzerine Rüzgar "off, acıdı" gibi kelimeler söyleyince Barış gülmeye başladı. Rüzgar her konuştuğunda gülüyordu. Onları izlemek harikaydı ama azıcık dışlanmış, eğlencenin dışarısında bırakılmış gibi hissediyordum. Kollarımı birleştirdim. Az da olsa dikkat çekerim diye düşünüyordum. Çabam boşunaydı. Rüzgar değil hissettiğimi anlamak beni görmemişti bile. Sinirle soludum ve yataktan bacaklarımı sarkıttım. Kalkacağım anda bir kol belime sarıldı ve yerime oturtuldum. Ensemde bir nefes hissettim.
"Sen öyle sanmasan da ben seni her zaman fark ederim" dedi. Omzuma bir öpücük kondurdu. Geri çekildi. "Hadi kahvaltı hazırla" Başımı hızla ona döndürdüm. Kaşlarımı çattım
"Bu ne şimdi?" diye sordum. Makul bir açıklama hakkım diye düşünüyordum.
"Bugün on beş şubat sevgililer günü bitti" dedi. Ah! Çok güzel. İçindeki öküz geri dönmüştü. Bir gecelik sindirella masalının farklı bir versiyonunu yaşamıştık. Ayaklandım. Yolculuk mutfağa değil banyoyaydı. Çok istiyorsa kahvaltısını kendi hazırlayabilirdi. Banyoya girmeden önce oğlumun göreceğini umursamadan ona hareket çektim. Orta parmağın havada zarifçe duran cinsinden. İçeri girmeden hemen önce gardırobun aynasından güldüğünü görmüştüm. Ben de gülümsedim ve kapıyı arkamdan kapadım.