Merhabalar! (:
Uzun süre bölüm atamadım ama upuzunnn bir bölümle geldim, umarım affedilirim. :)
Keyifli okumalar!
***
Annesiyle konuşmasının ardından kaç gün geçmişti? İki mi? Üç mü? Bu, Füsun Ana'nın onu kahvaltıya üçüncü çağırışı olmalıydı. Öyleyse üç gün oluyordu öyle değil mi? Ah! Ne saçmalıyordu yine? Neyi çözmeye çalışıyordu? Beyninde ve yüreğinin kıyısında gezinen o soruları böyle saçmalayarak mı yok edecekti? Boşa uğraştı! Çünkü biliyordu, üç gündür yoktu!
"Günaydın, güzel kızım. Nasıl, rahat uyudun mu?" diye soran ve etrafa gülücükler saçan kadına hayır, demek istedi. Hayır, senin o Allah'ın cezası oğlunun nerede olduğunu düşünmekten ve bunu düşünüp merak ettiğim için kendi kendime kızmaktan sabaha kadar bir türlü uyuyamadım, ama diyemedi elbette...
"Teşekkür ederim Füsun Ana. Size de günaydın," deyip geçen sabah, onun oturduğu sandalyeye bakmamaya çalışarak kadının karşısındaki sandalyeye oturdu. Füsun Ana yine türlü türlü şey hazırlamıştı. Tam anlamıyla bir kuş sütü eksikti sofrada bir de...Lanet olsun! Ne oluyordu ona böyle? Niye bir türlü aklından atamıyordu bu adamı? Ona neydi ki? Neredeyse neredeydi, onu ne ilgilendirirdi, ne diye merak edip duruyordu? Onu, merak mı ediyordu gerçekten? Yok artık daha nelerdi! Sadece, sadece... Ah! Allah kahretsindi!
Genç kızın, içinde yaşadığı gelgitin farkındaydı elbette, Füsun Ana, ama sevdalık söz konusuysa gönül kendi bulmalıydı yolunu. Ama acı çekerek ama kanayarak... Yine de daha fazla dayanamadı ana yüreği, oturduğu yerden kalkmadan, masanın bir köşesinde öylece duran telefonunu aldı ve aradı diğer yaralı kuzusunu.
"Oğul," dediği an genç kızın bedeni donmuş, kalbi dahi atmayı bırakmıştı sanki. Onu mu aramıştı Füsun Ana? Ne diyecekti? Niye aramıştı? Biraz önce içinden geçirdiğini sandığı şeyleri sesli mi söylemişti yoksa?
"Neredesin oğul, sofra kurulu seni bekliyoruz. Bilmez misin sofrada bekletilmeyi sevmem ben?" dedikten sonra susup karşı tarafı dinlemişti, Füsun Ana...
Ah! Nasıl bir merak ve kuşkuydu bu içine düştüğü? Ne demiş olabilirdi, genç adam? En önemlisi de sesi nasıldı, acaba? Yine öyle boğuk, öyle içten, öyle tarifsiz miydi? Ona neydi yahu elin adamının sesinden! Hırsla önündeki çaydan bir yudum aldı, ama aynı hızla ağzındaki çayı füskürtüp "Ah! Yandım!" diye feryat etmesi bir oldu. Füsun Ana, elindeki telefonu fırlatırcasına bir hızla bıraktı masanın üzerine ve kızın yanına koştu."Aman kuzum, iyi misin? Yandım mı? Ne oldu? Al, al iç şu portakal suyunu soğuk soğuk da.."
"Ben, ben iyiyim, teşekkür..."
"Sus da iç be evladım aklımı aldın zaten, bir gün yüreğime indireceksiniz siz benim..."
Ama aklı alınan, yüreğine inilen bir tek o değildi. Kızın sesi kulağına dolduğu an soluğu kesilmiş biran sonra eve doğru koşmaya başlamıştı, delicesine bir endişe ile. Evet, yanına, yamacına sığınamamıştı sevdiğinin, ama ondan öteye de bir adım gidememişti yüreği... Yine tüm gün bilgisayarın karşısında onu izlemiş. Füsun anasıyla yaptıkları muhabbetleri izlemişti. Hiçbir şey duyamasa da içinde bin bir umut ve aşkla, saatlerini kurban etmişti o bilgisayarın başında... Hele dün, sevdasını kendi mutfağında anasına yardım ederken görünce kalbinin durduğunu hissetmişti, genç adam. O, sevdiği, yoluna ömür adadığı, onun evinde, onun mutfağında, onun anne yarısıyla yemek yapıyordu... Kendi elinin lezzetini pişirdiği aşa, kadınlığını evine bulaştırıyordu... Nasıl umutla dolmasındı ki?..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~~Havin~~ #TAMAMLANDI!
Ficción General♥ Gözleri miydi insanın kaderini belirleyen? Kapkaranlık gözlerinden sebep miydi bu acı dolu hayat? Gece gözlerine okyanuslar kuran bir kadın mı aydınlatacaktı dünyasını? Ondan sonra mı kurtulacaktı ömrünün karasından? Sevdiği kadından uzak, sevil...