Selamlar canlarım!
Gelen taleplere cevap verebilmek amacıyla yeni bölümleri yayınlayacağım ancak önceki bölümleri de şimdi yayınlayacak olduğum bölümleri de okumadığım için akış doğru mu, eksikler nelerdir ne yazık ki bilmiyorum.
Bu hikaye ilk hikayem olduğu için tüm eksikleri gidermek ve yeniden yazıp öyle yayınlamak istiyordum ancak sanırım şu an doğru zaman değil o yüzden sizleri de daha fazla bekletip haksızlık etmek istedim. Umarım severek okumaya ve beni yüreklendirmeye devam edersiniz.
En güzel şey sizlerden gelen yorumlar ve mesajlar.
Sonsuz teşekkürler.
Keyifli okumalar!
***
8.Bölüm
Aradan geçen beş gün boyunca odasından dışarı tek bir adım atmamış, Füsun Ana'nın fenalaştığı üçüncü güne kadar da ağzına lokma sürmemişti genç adam.
Sevdiğinden uzakta nefes almak bile ruhuna en büyük eziyetken kursağından geçen lokmalar, birer zehirli ok olup saplanıyordu içine, ama kıyamıyordu ana bildiğine de. Kadın arkasını döndüğü an kenara bıraksa da tepsiyi ve her defasında lavaboya koşup atsa da içindekileri ona kıyamıyor, karşısındayken üç beş lokma yemeye zorluyordu kendisini. Biliyordu, hakkımı helal etmen, derken kendisininkinden çok yanmıştı anasının canı. Ne yapmış olursa olsun affeder, gözünden sakınırdı, onu. Koyu gözlerinin etrafında gezinirken kadının yaşlı, titrek elleri, hala küçücük bir çocuk gibi hissediyordu kendini ya yine de sığınmıyordu ana bildiğine, sığınamıyordu...
Altıncı günün sabahına uyanırken gecesi gününe karışmış olsa da elindeki tepsiyi masanın kenarına bırakan anasının hüzünlü yüzüne baktı, acısını saklamaya çalıştığı yalan bir gülümseme ile.
Kadın, birkaç minik adım attıktan sonra karşısında durdu evlat bildiğinin. Önce minik parmakları sardı kömür karası saçlarını, sonra dudakları dokundu o simsiyah ipek tanelerine. Yalnızca birkaç günde gözlerinin önünde eriyip gitmişti evladı ya ana yüreği sızlıyordu Füsun Ana'nın. Gözlerinden ürkekçe akan yaşları, evladının saçları arasında kaybolurken sımsıkı sardı, elleriyle büyüttüğü, can bildiğini... Kadının bu sımsıcak sarılışına karşılık vermek istese de bir yanı, durdurdu kendini genç adam. Gözlerini sımsıkı yumup bekledi. Bir süre sonra yüzünün yarısını zar zor kaplayan o eller sarınca yanaklarını açmak zorunda kaldı kara kışa çalan gözlerini. Kadının yaşlı gözlerinde gördüğü acı, kendi acısının küçük bir yansımasıydı sadece. "Yapma anam," dedi kafasını yan tarafa çevirirken. Hayatına giren herkese acı veren bir zavallıydı. Önce o, sonra Havin'i, şimdi de anası... Hayatına giren hiçbir kadın, mutlu olamamış, gözyaşlarından kurtulamamıştı. O, karanlık gözleri ile yalnızca kötülüklerin, yalnızlığın ve acıların sebebiydi...
Saçlarının arasına sevgi dolu bir öpücük daha kondurduktan sonra odadan çıktı Füsun Ana. İçinden bir ses bu bir veda diye haykırsa da yalvardı Yaratana: Evladımdan ayırma bir kez daha...
Kadının ardından derin bir nefes aldı. Parmakları saçlarının arasındaki yerini alırken en azından anasının daha fazla üzülmemesi, kendisi yüzünden acı çekmemesi için günlerdir aklından geçen şeyi yapmaya kesin olarak karar verdi. Üzerinde bilgisayarının, birkaç kitap ile derginin ve kişisel eşyalarının bulunduğu masasının başına geçti.
Kenarda duran kalemliğinden siyah, ince uçlu dolma kalemini aldıktan sonra çekmeceden de bir kâğıt çıkarıp koydu önüne. Bir süre yalnızca baksa da bomboş sayfaya, kelimeler kaleminden nasıl döküldü, simsiyah mürekkep bembeyaz kâğıt üzerine neler akıttı bilemeden döktü yüreğinden geçenleri. Kendi gece gözleri yer edinemezken sevdiğinin bembeyaz teninde, kalemine verdi o özgürlüğü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~~Havin~~ #TAMAMLANDI!
General Fiction♥ Gözleri miydi insanın kaderini belirleyen? Kapkaranlık gözlerinden sebep miydi bu acı dolu hayat? Gece gözlerine okyanuslar kuran bir kadın mı aydınlatacaktı dünyasını? Ondan sonra mı kurtulacaktı ömrünün karasından? Sevdiği kadından uzak, sevil...