Selamlar canlarım!
Söz verdiğim üzere Perşembeyi beklemeden geldim. Bölüm ithafı yapmaya son vermiştim ama son zamanlarda yorumları ile beni inanılmaz mutlu eden Hatice'ye çok teşekkür etmek istedim...
BÖLÜMÜ PAZARTESİ GÜNÜ YAYINLAMIŞTIM AMA NEDENSE BİR SORUN OLMUŞ. ŞİMDİ TEKRAR GÜNCELLEDİM.
Keyifli okumalar!
***
16. Bölüm: Karakalem ~~
Ertesi sabah odanın camından içeri süzülen güneş ışıkları yüzüne vururken irkilerek uyandı, genç kız. İlk etapta nerede olduğunu kavrayamasa da bir göz kırpması kadar kısa bir süre sonra dolmuştu anıları yeniden zihnine. Birkaç saniye izin verdi kendine. Oturduğu yerden kalkmadan odayı süzdü, dikkatle. Bu odaya ilk defa girmiyordu ama o gece, gözlerine mühürlenen gözlerden bir an olsun ayrılamamıştı ki etrafa baksın...
Çok küçük olmamakla birlikte büyük de sayılamayacak bir odaydı. Tam da genç adamdan bekleneceği üzere odanın tamamına koyu renk hâkimdi. Birtek sol tarafındaki duvarı ortalayan pencerenin yan tarafında sade, mavi beyaz bir tül duruyordu. Genç kız henüz bilmiyordu ama o tül kendisini ifade ediyordu. Genç adam, karanlık dünyamı aydınlatan gökyüzümsün diyordu sevdasına, tıpkı karanlık odamı aydınlatan penceremi süsleyen bu örtü gibi...
Pencerenin hemen sağ tarafında koyu kahverengi bir çalışma masası, çok da büyük sayılmayacak bir sandalye, onların biraz ötesinde üzerinde farklı farklı dergi ve kitapların yer aldığı siyah dekoratif bir kitaplık... Oturduğu koltuk ve önünde duran orta sehpası da olmasa aslında oda neredeyse boştu. Cansız ve de soğuk... O soğukluk ve boşluk bir an ruhunu sarmıştı sanki genç kızın, irkilerek yerinden kalktı. Genç adamın çalışma masası olduğunu düşündüğü masaya doğru ilerledi. Kapalı bir dizüstü bilgisayar, birkaç flash bellek, karalanmış kâğıtlar, masanın üzerine gelişigüzel bir şekilde bırakılmış kalemler ve yarısına kadar dolu bir su bardağı...
Kendisinden bağımsız olarak eli bardağa uzanırken kalbi göğüs kafesinin ardında atışını daha da hızlandırmış, aldığı nefesler yetmez olmuştu... Bardağın üst tarafında parmakları gezinirken oraya temas eden dudakların yumuşaklığını hayal etti, genç kız. Yalnızca bir nefes uzağında, dudaklarına mühürlenmek için bekleyen ama reddettiği an acıyla birbirine bastırılan o dudakların...
Farkında olmadan gözlerinden yaşlar süzülürken derin bir nefes aldı, Havin. Bardağı iki eliyle sımsıkı sarıp göğsüne bastırdı. Yeniden o geceye dönmek, yüzünde, gözlerinin altında gezinen o elleri hissetmek, içine çektiği nefesiyle sevdiğinin kokusunu ciğerlerine salmak için neler vermezdi... Ama yapamıyordu işte! Gerçekler, çalınan ve ardından sonuna kadar açılan kapıyla birlikte çarpmıştı bir kez daha yüzüne. O, sevdiğini kaybetmişti...
Füsun Ana, içeri girip girmemek konusunda emin olamasa da kapının ardından birçok defa seslenmesine rağmen genç kızdan cevap alamayınca içinde yeşeren endişeyle açmıştı kapıyı. Gördüğü manzara bir kez daha kanatmıştı, yüreğini. Gözlerinde saklamaya çalıştığı yaşlarla ilerledi genç kızın yanına, elindeki bardağı aynı şekilde, sanki oradan hiç alınmamış gibi masaya yerleştirdikten sonra sımsıkı sardı evladının sevdasını. O gittikten sonra odaya hiç girmemiş, evladı geri döndüğünde bıraktığı gibi bulsun, ayrı geçen onca zaman yok olsun istemişti.
"Çok özledim Füsun Anne," derken hıçkırığı ile kesilmişti yine sözleri. Füsun Ana sanki mümkünmüş gibi daha da sıkı sardı genç kızı. İhtiyar kadının gözlerinden yaşlar sessizce süzülürken yüreği, ben de, diyordu, ben de çok özledim, kuzum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~~Havin~~ #TAMAMLANDI!
Ficción General♥ Gözleri miydi insanın kaderini belirleyen? Kapkaranlık gözlerinden sebep miydi bu acı dolu hayat? Gece gözlerine okyanuslar kuran bir kadın mı aydınlatacaktı dünyasını? Ondan sonra mı kurtulacaktı ömrünün karasından? Sevdiği kadından uzak, sevil...