Nasıl bir histir bu? Neden yapar ki insan insana bu hareketi? Sevgi mi bu, nefret mi?
Ona her dokunduğunda neden bir gariplik hisseder insan? Peki, ya onun senin kucağında uyuyakalması... Ona ne demeli?
Bir insan neden çocuk olur onun yanında? Neden kokusunda huzur ve güven bulur?
Nasıl yapar insan sana kötülük eden insana iyiliği?***
Göktuğ sabah olmasına rağmen hâlâ daha kucağımda uyuyordu. Tabii kide uyuyamamıştım tüm gece. Her ne kadar kokusu mayıştırsa da beni uyumamak için tüm irademi gözler önüne serdim.
Mesanemin patlamak üzere olduğunu saymazsak keyfim yerindeydi.
Yanimda duran telefonumu elime alıp saate baktım. 09.23'tü ve sanırım artık uyandırsam fena olmazdı.
Telefonu yanıma geri koyup yavaşça mırıldandım.
"Göktuğ." dedim fısıltıyla karışık mırıltıya.
Uyanmayınca elimi alnına koyup,
"Göktuğ." dedim. Yüzünü buruşturdu ama uyanmadı. Kafasını biraz sola döndürdü, nefesi vücuduma hücum edince içim bir tuhaf oldu. Hormon falan. Neyse.
"Göktuğ, hadi kalk artık." dedim ama bu sefer fısıldamak yerine biraz daha sesimi yükselttim.
"Saat kaç?" diye mırıldandı ama sıcak nefesi ipek gibi dokunuyordu vücuduma.
"Kalk sen bi' ben söyleyeceğim saati." dedim ellerimle kafasını kaldırdım. Ama tüm gücünü kullanıp kafasını geri iktirdi ve ellerim kucağımla kafasının arasında kaldı.
Ellerimi güç bela sıkıştığı yerden kurtarıp sinirle ayağa kalktım.
Düşmek üzereyken refleks olarak tuttum Göktuğ'u.
Kaşları çatık, dudakları hafif aralanmış şekilde gözlerime bakıyordu.
"N'apıyorsun?" dedi hafif sinirle.
"Kalk dedim kalkmadın." dedim ve ellerimi ondan çekip düşüşünü seyrettim. Ayakları koltukta kafası yerdeydi. Gözlerini sımsıkı yumarken kıkırdayıp hızla banyoya koştum.*
Mesanemi rahatlatıp banyodan çıktım ve Göktuğ'un odasında duran kıyafetlerimi alıp banyoya geri döndüm.
Bugünle beraber üç gündür aynı kıyafetleri giyiyordum. Gözlerimi devirip ofladım ve kemerimin tokasını takıp banyodan ayrıldım.
Dişlerimi fırçalayamıyor, banyo edemiyor, yeni kıyafetler giyemiyor, uyuyamıyordum.
Ne kadar güzel değil mi? (!)
Saçımda ki kalemi çıkartıp öne eğildim ve saçımı tekrar toplayıp doğruldum. Saçımı dolayıp kalemi taktım ve odadan ayrıldım.
"O evi alıyoruz değil mi?" dedi Göktuğ merdivenden indiğimi görünce.
"Hıı." diye mırıldandım ve direk mutfağa geçtim.
Ayak seslerini duyunca gözlerimi devirip dolabın kapağını açıp göz gezdirdim. Şeftaliyi sevmedim ama şuan canım aşırı derecede şeftali çekiyordu. Gözüme kestirdiğim şeftaliyi elime alıp musluğu açtım ve kısa süreli yıkayıp ısırdım.
"Hem hayvan gibi uyandırıyorsun hem de 'günaydın' bile demiyorsun." diyen Göktuğ'a vücudumu çevip gözlerine baktım.
"Belki de demek istememişimdir." dedim ve bir ısırık daha aldım şeftalimden.
Dudaklarını yalayıp buz dolabına ilerledi.
"Kendin bilirsin."
"Ben bileceğim zaten." dedim buzdolabında birşeyler aramaya başlayan Göktuğ'a.
"Tabii." dedi alayla vişne reçelini tezgaha koyarken. Görmese bile dudaklarımı birbirine bastırıp hafifçe kafamı salladım.
Kavanozun kapağını açıp küçük bir kaseye biraz koydu ve kapağını geri kapatıp tezgahın üzerinde kaydırarak köşeye fırlattı kavanozu. Mermerle buluşan cam kavanozun sesi mutfakta ki sessizliği bozdu.
Ağır adımlarla bitirdiğim şeftalinin çekirdeğini çöpe atmak için ilerledim ve attım.
"Bugün n'apıyoruz!" dedim sesini yüksektirek.
"Evi boyatacağız, boya kuruyunca aldığım eşyaları yerleştireceğiz, ihtiyaç duyduğun şeyleri almak için taksime gideceğiz!"
Vay anasını..
Taksimde müstakbel, zoraki kocacığımla alışveriş yapacağım!!
Ama asıl sorun evi kimin boyayacağı. Evi biz mi boyayacağız?
"Göktuğ!"
"Ne var?" dedi yanıma garip bir içicekle gelip otururken.
"Evi boyatacak mıyız?" dedim ve elinde ki içeceği alıp bir yudumdan sonra yüzümü buruşturmadan önce.
"Evet, tadı güzel mi?"
Elinde ki iğrenç tadı olan içeceği Göktuğ'a uzatıp kafamı iki yana sallayarak.
"Nasıl içiyorsun bunu?"
"Bu gece maçım var, dinç tutuyor. Maçtan önce bir daha içeceğim."
Elimde ki bardağı alıp kafasına dikti ve tek dikişte bitirdi.
"Evde tek başına durabilir misin?" dedi bardağını orta sehpaya koyarken.
Bi' dakika düşünmem lâzım..
Eğer 'evet' dersem tek başıma kalır, sıkıntıdan patlarım. Ama eğer 'hayır' dersem beni evime geri götürür ve cânım arkadaşlarıma kavuşurum.
Yalandan suratımı asıp yalandan mahçupca gülümsedim.
"Şey..sanmıyorum." dedim tırnaklarımla oynarken.
"Şiy..sinmiyirim," diyerek taklidimi yaptı. Buna her ne kadar sinir olsam da şuan için sesimi çıkartmadam daha iyi olurdu.
"Iyi, Emre'lere gidersin. Yani ben götürürüm, hem gitmişken sevdiğin eşyalarını da getirirsin."
Yüzümü memnun olmuş bir gülümseme kapladı.
Ama bir dakika ya! Oğlum sen mal mısın iki hafta sonra düğünün var yaralı bereli damat mı olacaksın?
"Tamam götür beni ama boksa gitme." dedim yüzüm ciddi bir hâl alırken.
Pis pis sırıtıp yüzüme yakınlaştı. Nasıl bir histir bu? Nefret?
