Ertesi gün okulda nerdeyse hiçbir öğretmen olmadığı için, uykum gelmemişti. Sanırım mutluluğun psikolojik olarak uykumu da etkilediğini gözlemledim. Tam bir mutluluk sayılmazdı gerçi gene gidecektim ama olsun. Kitabın yüzde kırkını bitirmiştim. Saate baktım üçe gelmişti. Kitabı kapatıp yatağımdan kalktım ve odamın ışığını kapatıp uyumaya odaklandım.
Uyuduğumu anlamamıştım. Uyandığımı da. Bir mucize gerçekleşmiş, rüya görmemiştim. Bu benim için bir kutlama sebebiydi. Kahvaltıda kendime salamlı, güzel bir tost yaptım ve çayla büyük balkonda kitap okuyarak afiyetle yedim. Ardından balkondaki parmaklıklara ellerimi koyup ormanın o güzel manzarasını izledim. Orman benim için her zaman büyülüydü. Fakat hep bu büyüyü tam yaşayamadığımı düşünürdüm. Onun içinde gezip canlıları görmeli ağaç kabuklarına dokunmalıydım.
Birden bütün bu manzarayı bozacak bir ses duydum.
GAK! GAK! GAK! GAK!
Önümdeki büyük asırlık ağacın kalın bir dalına, bir karga kondu. Tam yüzümün hizasındaydı. Tüylerinin arasında mavi tüyler vardı. Bu okuldaki kargaydı. Gözlerimi ondan almıyordum. Hızlı hızlı ve kesik nefesler almaya başlamıştım. Gözlerimi kırpamıyordum. Korku ve şaşkınlık karışmış, bir şelale gibi beynimin derinlerine akıyordu. Bu karga beni korkutmayı biliyordu.
Ben on dakikamı bu şekilde harcarken içeriden bir ses duydum. Telefon. Hemen bu korkutucu anı bozan kişinin telefonunu açmak için odama koştum. Cemre. Nedense hiç şaşırmadım. Telefonu açtım: "Alo." sesim düşündüğümden daha tiz ve titrekti. Boğazımı temizleyerek sanki en keyifli anımı bozmuş gibi davrandım. "Sen sabah beşte mi uyanıyorsun? Bu saatte ne işin var senin?" diye sitem ettim.
"Sana da günaydın. İyim, sorduğun için sağ ol. Neyse, e ne yapıyorsun?"
"Kahvaltıyı yeni bitirmiş, manzarayı seyrediyordum." Yalancı, yalancı. Sus! "Sen?" dedim.
"Hiç bende bana gelen bir telefon sesiyle uyandım. Daha birkaç dakika oldu. Arayan Zeynep'miş bu gün rahatsızlanmış. Sesi de berbattı. Sanki telefonda gelecekteki yaşlı Zeynep'le konuşuyormuş gibi hissettim. Raporlu yani. Hani kardeşi şu şımarık Sonic hastalanmıştı ya. Bu da hastalığı kapınca doktora gitmişler. İyi tarafından bakalım en azından abla kardeş beraber bir şeyler yapıyorlar." diye güldü.
"Haklısın. Peki sen?"
"Yok canım ben geliyorum, yalnız bırakmayacağım seni." diye saçma kötü gülüşünü yapmaya çalıştı.
"Gülüşe çalış." diyerek hoşça kal dedik ve telefonları kapattık.
Otobüste ayakta gitmiştim fakat müziğimle de iyi yolculuk yapardım ben. Kipa 'ya geldiğimde birkaç kitaba baktım ve okuduğum bir serinin devamı olan bir kitabı alıp trafik denizine yelken açtım. Okula giderken bu aralar en sevdiğim şarkı olan, Kwabs "Walk" şarkısını dinleyerek okul kapısına vardım. Okul kapısında kulaklığımı çıkardım. Eğer kulaklıkla okul binasına girersem, o kulaklık benim asıldığım ip görevini görürdü. Sınıfa girdim ve Cemre'yi siyah saçlı uzun bir oğlanla Volkan'ı aynı yerde gördüm. Arkaları bana dönüktü. Yaklaştığımda dediklerini duydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alevdeki Melek (Yasaklı Kanat Serisi-1)
FantasyYasaklı Kanat Serisinin 1. Kitabıdır. Bir yarı Melek. Yani Zera. Kendinden nefret eden bir kızken, Kara Kanatlar'ın avı olan bir kızın hikâyesi. Vampir Tarikatından ayrılan asi bir Vampir. En yakın arkadaşından bile saklanmayı ba...