Arabadan dışarı doğru baktım. Ali hiç konuşmuyordu, sürekli gergindi. "Senden nefret ediyorum." dedim içimde tutamayarak. "Her şeyi mahvettin. Neredeyse Elizya'ya ne olacağını öğrenmek üzereydim." dediğim anda arabayı birden durdurdu. "Ne?" sesi fısıltı halindeydi. Cevap vermeme gerek kalmadan, "Onun ölmediğini biliyordum. Biliyordum. O ölmedi. Ölmedi. Biliyordum..." kendi kendine fısıldıyordu. Onun delirdiğine dair şüphelerim artmıştı. Ali o gittiğinden beri deli gibi davranıyordu. "Tamam, böyle şüphelerimiz var elbet. Ama şu arabayı sabah olmadan evime ulaştırsan olmaz mı? Kaçmak zor oldu zaten." diyerek derin bir nefes verdim.
Vitesi bire taktı ve arabayı tekrar çalıştırdı. "Bak sadece onu merak ediyorum. Delirdiysem affedersin Zeynep Hanım." dedi iğneleyici bir tonla. "Biliyorum, biliyorum... Ama bu, bu şekilde halledilmez." dedim.
"O kimdi peki? O kavga ettiğim piç?" dedi bir süre sonra.
"Cemre'nin kuzeni Serhat. Ailesi şehir dışındaymış ondan Cemre'ye ziyarete gelmiş." dedim.
"Bende beş yaşındaki çocuk değilim. O ölmedi." anlamamıştım. "Kimden bahsediyorsun sen? Elizya mı?"
"Serhat."
"Hiç öldüğünü söylemedim ki." dediğimde kafam iyice karışmıştı.
"Kıraç'ın kuzeninden bahsediyorum. Volkan beni de aradı." afallamıştım. Ağzım açık bir şekilde ona bakıyordum. "Na-nasıl?" şaşkınlıktan kekelemiştim.
"Olayın şu olduğuna inanıyorum; Kıraç'ın ölmemiş olan kuzeni ile Cemre'nin kuzenim dediği kişi aynı kişi. Ve kafan karışmasın diye söyleyeyim. Cemre ile Kıraç akraba değil." ben söylemek için bir kelime bile bulamazken o devam ediyordu. "Yapma ama! İki Serhat'ta yirmi yaşında ve tamda Elizya'nın ve Kıraç'ın kayıp olduğu zaman ortaya çıkıyor... Ayrıca hiç o fiziğe göre o güçte olacak biri değil."
"Son kısmı abarttın. Adam nerdeyse kas torbası haline gelecek."
"Onun gücünü hissettin mi? Hayır. E ne konuşuyorsun o zaman?" dedikten sonra sessizlik oldu. Ve ikimizin telefonu aynı anda titredi. "Sen baksana arabaya yeni alıştım zaten kaza yapmayalım gece yarısı." dedi bende telefonunu aldım. İkimize de Volkan'dan mesaj gelmişti. "Volkan. İkimize aynı anda atmış."
"Okusana." dedi. O sırada dönemeçli bir yola girmişti. "Kıraç hakkında çok önemli bir bilgi buldum. Mesajda da söylenmez ama..." okuduğumu kelimelere dökemedim.
"Ama... Devam etsene dilini mi yuttun?" araba evimin yakınında durmuştu. "Kı-kı-"
"Zeynep. Zeynep, iyi misin? Kı-kı ne?
"Kıraç'ın beş yıl önce öldüğüne dair belge varmış." dedim. Ellerim tir tir titriyordu. Başım dönmeye başlamıştı.
"Ne? S-Sen neden bahsediyorsun be? Ne ölüsü?!" Ona döndüm ve anlatacak oymuş gibi gözlerinin içine baktım. "Bilmiyorum. Biz... Biz ölü biriyle mi aynı sınıftaydık? Ali bir şeyler söylesene!"
Onun sözleri beklediğim sözler değildi. "Evet. Sanırım öyleymişiz Zeynep." gözlerini kısarak telefona baktı. "Acele mi işin? Yani üç veya iki saat vaktin var mı?" dedi sonra. Tereddütle de olsa, "Var." dedim. "Güzel..." diye fısıldayarak arkasını döndü arabayı geriye doğru sürmeye başladı. "Ne-" derken sözümü keserek, "Geri dönüyoruz." dedi. Hayır, bunu yapmayacaktım. "Ben iniyorum." dediğim anda durdu ve inanmaz gözlerle baktı. "Sen de gitme." dedim ama hâlâ bakışları değişmemişti. "Ben ciddiyim Ali. Gitme."
"Bende öyle. İneceksen in Zeynep. Kendim de giderim." dediğinde kapıyı işaret etti. "Ali lütfe-"
"Zeynep!" dediğinde sesimi kesmek zorunda kalmıştım. "ya in, ya da gel. Seçim senin." dediğinde arabadan indim ve kapıyı sertçe çarptım. Arkama baktığımda çoktan gitmeye hazırdı bile. Arkasına bakmadan önce son bir kez baktı. Gözleri bomboştu. Geriye gitti, döndü ve sokağın karanlığına karıştı. Eve girmek kolaydı. Tek katlı bir evin camından söz ediyorum. Camı hafif aralık bırakmıştım ve üstüne perdeyi örtmüştüm. Şansım yaver gitmişti ki, rüzgar çıkmamıştı.
Camı açıp, tırmandım, ayağımı yere dikkatlice bastım ve ses çıkarmadan yere inmeyi başardım.
Üzerime hemen pijamalarımı giydim, ışığı kapatıp yorganın altına girdim.
Aklımda, gelen mesaj ve Ali'nin Serhat için dediği şey vardı. Ya haklıysa ve aynı kişiyse. Peki, Kıraç'ın ölü çıkmasına ne demeli? Evet, Cemre'nin bana büyük bir açıklama borçlu olduğunu biliyorum artık. Olması gerekenden daha büyük bir açıklama... Elizya, Serhat ve Kıraç hakkında benim bilmediğim her şeyi bildiğinin farkındayım. Bunu ortaya çıkarmak bana kalmış.
Cemre'ye sorarak bir yere varamayacaktım. Serhat'ta sen ölü müsün diye sorsam evet diyemeyeceğime göre ve Cemre'nin benden bir sürü şey sakladığını düşünürsek, bu işi kendi başıma halletmeliydim.
Tabi bu bilgileri kişiden yardım alacaktım. Volkan Saler.
Ali'ye haber vermeyecektim. Kendi yöntemleri çok fazla dikkatsizceydi.
Ama ne olursa olsun bu sırrı çözecektim.
***
Zeynep'e inanamıyordum. En yakın arkadaşı her nedense ölmüş gibi davranıyordu. Diğeri ise yalan üstüne yalanlarıyla kızın aklını bulandırmıştı. Gittikçe Cemre'den nefret etmeye başlamıştım.
Şimdide sinirden patlamak üzereydim. Elizya öldüğünden beri tek hissim buydu. Onu kaybetmek bütün vücudumdan binlerce kılıç geçirilmesi gibiydi. Özellikle kalbime ve beynime... Her yerim delik deşik olmuş gibi hissediyordum. O kadar şeyden sonra ölmesi bana imkansız gibi geliyordu. O ölemezdi. Aylarca bu düşünceyle tutunmuştum hayatıma. Bir süre öldüğüne inanmıştım artık. Sonra Serhat'ı öğrendiğimde Elizya'nın da ölmediğine dair umut doğmuştu içime. Ne Zeynep ne de bir başkası bu umudu söndüremezdi artık. Bu yüzden geriye gidip onları hazırlıksız yakalamanın peşindeydim.
Arabayı öyle hızlı sürüyordum ki her an kaza yapabilirdim. Biraz yavaşlamaya karar verdim. Nasılsa acelesi yoktu. Onlar daha çok rahatlayacaktı ve belki de birkaç gerçekten çok hepsini öğrenecektim. Kim bilir?
Camda birkaç damla görmeye başladım. Sileceği yavaş konumunda açtım. Yeniden ve yeniden damlalar düşmeye devam ediyordu. Yaz yağmuru mu? Şimdi mi? Yağmurun yağması saçmaydı. Ama sorgulamadım. Nasıl olsa işimi engellemeyecekti.
Bir süre sonra yağmur hızlandı. Bu kadar çabuk olması mümkün müydü ki? Gittikçe sis gibi önümü kapattı. Arabayı yol üzerinde tutmakta zorlanıyordum artık. Telefonumu göremedim. Diğer koltuğa baktığımda orada olduğunu fark edip, almak için başımı çevirdim. Kolumu uzattım ve yola baktım.
İki yeşil parlayan göz gördüm. Belki bir hayvandır diye düşündüm. Bir nefeslik süre geçmeden hayvan olmadığını anladım.
Yolun ortasında bir kız duruyordu!
Hemen direksiyona iki elimle asıldım. Vücudum tüm hızıyla kapıya çarptı. Neredeyse kalbim yerinde fırlayacak gibiydi. Korkum her yerimi kontrol altına almıştı. Nereyse kaza yapacaktım. Son anda direksiyonu kırıp kurtuldum. Çimen bir yerin üzerindeydim şimdi. Nefes nefeseydim. Kendime gelmem uzun sürdü. Bir dakikadan fazla arabanın içinde kaldım. Kendime gelip silkelendiğim anda, arabadan sinirle indim ve elinde feneri olan kızı gördüm. Arkasında son birkaç dakikadır nefret ettiğim bir adam vardı.
"Cemre... Serhat." şaşkınlığımı gizlemeyerek ağzım açık onlara bakıyordu. Damlalar yüzünden gözümü kırpıştırıp duruyordum. Her şey sırılsıklamdı.
Cemre tam önüme gelip "Sana her şeyi açıklayacağım." arkasını dönüp, Serhat'a baktı. "Doğru tahmindi zeki çocuk. Ben Serhat Gürgen. Kıraç'ın ölü kuzeni. Cemre'ye dua et. Yoksa şimdiye ölmüştün."
"Elizya öldü mü?" aklıma gelen tek soruydu.
Cemre yere baktı. Sonra da Serhat'a, Serhat başını onaylarcasına salladı. Cemre'nin sözleri benim için Cennetten verilmiş gibiydi.
"Hayır... Elizya yaşıyor. O ölmedi." Sözleri duyduğum an kalbim tekledi ve nefes alarak mutlulukla gülmeye başladım. Sağ gözümde sıcak bir damla hissettim.
En son ağladığımda onun öldüğü için göz yaşlarım dökülmüştü. Şimdiki üzüntüden değil mutluluktandı. O yaşadığı için ağlıyordum. O nefes alabildiği için ağlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alevdeki Melek (Yasaklı Kanat Serisi-1)
FantasyYasaklı Kanat Serisinin 1. Kitabıdır. Bir yarı Melek. Yani Zera. Kendinden nefret eden bir kızken, Kara Kanatlar'ın avı olan bir kızın hikâyesi. Vampir Tarikatından ayrılan asi bir Vampir. En yakın arkadaşından bile saklanmayı ba...