"Anlat kendini. Seni iyice tanımak istiyorum." dedim. Bunu gülümseyerek söylemiştim çünkü onu dinleyip hepsinden kurtulmak ve onunla gitmek istiyordum. Ama öncelikle onun kim olduğunu öğrenmeliydim.
Yüzü düşmüştü neden bilmiyordum. Daha sormadan anlatmaya başladı.
"Ben 1973 yılında doğdum. On dokuz yaşıma kadar gayet normal bir hayat yaşadım üniversitedeyken bir camdan bakıyordum. O günü adım gibi hatırlıyorum. Manzarada dağlar vardı, uçsuz bucaksız dağlar... Ve bir şekilde başım dönmeye başladı. Her şey bulanıklaşıp önümde renk cümbüşüne dönmüşlerdi. Aşağıya ne zaman veya nasıl düştüğüm hakkında hiçbir fikrim yok. Düştüğümde kafamı çok kötü çarptığımı hatırlıyorum. Gözlerim kapanırken en son gördüğüm şey başımın yerde yarattığı oyuğun çatlaklarıydı." dedi ve iç çekti. Sesi önceden şefkatli bir sesti ve ses hardal sarısıydı. Şimdi ise sesi duyulduğu gibi buz mavisiydi ayrıca sesi gittikçe buz kadar sertleşmişti.
"İyi misin? Sesi neden buz mavisi ki." son cümlemden sonra, hikâye boyunca yere bakan Kıraç, birden yüzüme şaşkınlıkla baktı. Hayır, hayır sesli söylemiş olamam. Lütfen, lütfen! Geç olmuş olsa da refleks olarak elimle ağızımı kapadım. "Ne dedin sen?" söylemişim.
O bana doğru yaklaşmaya başladı ben de yatağın başucuna doğru geri geri sürükledim kendimi. "Sen sesleri mi görüyorsun?" dedi. Şimdi ona ne diyebilirdim ki? Ah kahretsin! Benim ağızımı eşek arısı soksun inşallah. "Yok canım. Ses görünür müymüş hiç? Yunus muyum ben? Sen yanlış anladın sesin buz gibi demek istedim." Tam kolunu diğer tarafıma koyup beni hapsedecekti ki? Sol tarafa doğru yuvarlanıp yatağın o tarafında ayağa kalktım. Şimdi aramızda koskocaman bir yatak vardı ve karşı karşıyaydık. O da bana anlam verememiş bir halde bakarken "Sen hiç mi sözlüğe bakmadın kızım? Gibi kelimesiyle mavi kelimesi aynı şey mi?" dedi. Ne diyeceğimi bilmiyordum ama yine de inkâr etmeye kararlıydım. Her ne kadar saçma olsa da... Şu an beynim çalışmadığını düşünüyorsanız haklısınız. "Benim için aynı şey belki." evet çok ama çok saçmaladığımın farkındaydım ama ne yapabilirdim ki?
"Niye sen dün mavi ceket giyerken gibi ceket giyeyim mi dedin?" dedi ve takılmış plak gibi inkâr etmeye kalkıştım "evet belki... Bir dakika sen benim dün ne giydiğimi nereden biliyorsun?" dediğim anda gözleri fal taşı gibi açıldı.
"Şey... Of ben senin gibi inkârcı olmak istemiyorum. Bu yüzden evet seni gördüm. Hatta seni izledim." dedi ve tepkimi inceledi. Beni takıntılı bir manyak gibi takip etmişti. Belki de avı gibi... Buna çok sinirlenmiştim. Ona sövmek için ağzımı açtığım sırada kelimeler yerine, ağzımdan öksürükler çıktı. Yüzü bozuldu, benimde sinirim geçmeye başladı. Daha büyük sorunlarımız vardı. Ve bu takip durumunun sorunlarımızın en küçüğü olduğunun farkındaydım.
Ancak birden sormam gereken bir soru aklıma geldi. Öksürüklerimin arasından şunu dedim :"O balkondaki sen miydin?" kafasını sallayarak onayladı. "Ama bu nasıl olur seni göremiyordum. Sadece orada birinin varlığını hissetmiştim." diyerek kafamda teoriler üretmeye başladım. Daha ben bu teorileri gerçekleştiremeden bütün teorilerimi suya düşürecek bir cümle söyleyeceğini bilmeden ona baktım.
"Ben görünmez olabilirim. Hatta dur sana göstereyim." dedi ve gözlerini kapattı. Ardından vücudu kasılıp gözleri seyirdi. Sonra yavaş yavaş soldu ve birkaç saniye sonra kayboldu. Kaybolmadan bir saniye önce gözlerini hayal mayal açtığını görmüştüm. Bu öksürüğümü geçirmeye yetmişti.
Etrafıma baktım kimse yoktu. "Kıraç" diye duyabileceği şekilde fısıldadım. Sesim şeffafa yakın bir griydi. Tekrar seslendim, ses gelmeyince yatağa oturdum ve gözlerimi kapayarak başımı arkaya attım. İki dakika boyunca öyle kaldım ama sonra başımı kaldırdığım anda yatakta bağdaş kurarak dibime oturmuş Kıraç'ı gördüm. Korkudan midem patlayacaktı. O nasıl olacaksa artık...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alevdeki Melek (Yasaklı Kanat Serisi-1)
FantasyYasaklı Kanat Serisinin 1. Kitabıdır. Bir yarı Melek. Yani Zera. Kendinden nefret eden bir kızken, Kara Kanatlar'ın avı olan bir kızın hikâyesi. Vampir Tarikatından ayrılan asi bir Vampir. En yakın arkadaşından bile saklanmayı ba...