5.bölüm

120K 3K 115
                                    

Multimedia: Nehir Serenler 

Keyifli okumalar :) 

Geçen gün Yağız'ın gelmesini beklediğim merdivenlere yine oturmuş bu sefer şoförü bekliyordum. Aslında onu beklemeden bir taksiye atlayıp eve gidebilirdim ama soğukta oturmak hoşuma gidiyordu. Beni daha dinç tutuyordu ve daha sağlıklı kararlar almama yardımcı oluyordu. Çoğu kişi soğuğu sevmezdi değil mi? Herkes bir an önce yazın gelmesini, okulların kapanmasını isterdi. Sanki herkesin karakteri, görüşleri aynıymış gibi basmakalıp şeyler dolaşır durur hayatta. Birileri bir şeyler severdi ve onu taklit eden birkaç insan da peşinden giderdi. Bunlara en büyük örnek denizdi belki de. Uğruna nice kelimeler dökülen ve nice şiirler yazılan deniz... Uçsuz bucaksız örtü... Ama benim için o kadar da önemli değildi. Ben denizin çağrıştırdığı özgürlüğün yerine, gökyüzünün baş döndüren yanını seviyordum. Kafamı kaldırıp baktığımda dönen dünyayı hissedebilmekten haz alıyordum. Maviye bürünmüş denizi değil de bulutların beyazlığı ile harmanlanmış gökyüzünü tercih ederdim. Belki de şu sıralar kimseyle iyi anlaşamamanın, kendimi bir yabancıymış gibi hissetmemin nedeni de buydu. Herkes denizin mavisiydi ben ise gökyüzünün mavisiydim. Onlar başkalarından aldıkları rengi yansıtıyordu. Bense asli renktim. Belki de tüm sorularımın cevabı, tüm sorunlarımın devası hem yakın hem de ulaşılmaz olmakta saklıydı. Yani kimsenin beni anlamayacak olmasıydı bir nevi. Adil miydi peki bu? Gökyüzünün denize hiç kavuşamaması ya da denizin gökyüzüne hiç sarılamaması... Bu onlara ne hissettiriyor acaba? Onlar da kendilerini benim gibi bir paradoksun içinde mi hissediyorlar yoksa? 

Gerçekten, ben ne hissediyordum? Sevdiğim birine hiç sarılamayacak olmak bana ne hissettiriyordu? Ya da insanların beni yargılaması? Hani hep derler ya; insanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum diye. Hayatım boyunca bu sözü saçma bulmuştum. Bunu söyleyen insanların her şeyi abarttığını ve kendi dertlerinde boğulduklarını düşünmüştüm ama şimdi hak veriyordum onlara. Ne demek istediklerini anlayabiliyordum artık. Yaşamadan bilemiyordu insan ve şimdi ben de yaşayan biri olarak onlara katılıyordum. Hiçbir hayvan beni yargılamıyordu. Yargılayamazdı da zaten ama insanlar... Yüzünüze gülseler bile arkanızdan atıp tutan ikiyüzlü varlıklar... Herkes öyleydi. Hatta belki, ben de öyleydim. Kimse kimseyi anlamaya çalışmıyordu, görünen ne ise ona inanıyorlardı. Aslında görmek istediklerine demek daha doğruydu çünkü gerçekten görseler böyle davranmazlardı. Gerçekten görseler kötü kız ben, yakışıklı prens de Yağız olmazdı. Ya da gerçekten bana baksalar aslında yaptığım şeylerden midemin bulandığını ve yalnızlığımda hapsolduğumu anlarlardı. Sıkıldığımı ve kurtulmak istediğimi görürlerdi belki. Konuştuğumda beni gerçekten dinleseler sessiz çığlıklarımı duyarlardı ama insanlar gerçeklere karşı hep üç maymunu oynuyorlar ve ben buna alıştım artık. Ben bunu, daha on sekiz yaşına bile girmeden anlamak zorunda kalanlardandım. Ve bir şeyi daha biliyordum: Hayal kırıklığını... Birine ne kadar çok güvenirseniz ya da bir şeyler beklerseniz sonunda o kadar üzüldüğünüzü biliyordum artık. Ben kime güvensem gitti mesela. Kime güvensem bıraktı. Ailem... Beni bırakmaz dediğim babam, benden ayrılamaz dediğim annem bile bir kalemde silip attı beni. Arkadaşlarım... Bu hayatta edindiğim, edinebileceğim en iyi dostlarım dediğim kişiler araya mesafe girince beni bıraktı. Sonra bir de hiç tanıyamadığım ağabeyim. Her şeyin güzel olduğu bir anda geldi ve ben bir de ona güvenmeyi seçtim. En az anne ve babam kadar çok seveceğimi düşünürken hiç şüphe etmedim. Hatta belki daha da fazlaydı içimde oluşmaya başlayan o sevgi ama işte ilk bırakan da o olmamış mıydı? Gerisi de çorap söküğü gibi geldi zaten. Arkadaşlarımla aram açıldı ve ailem için sorunlu bir çocuktan öteye gidemedim belki de. Ve bugün, aklımdan bir an da olsa onlara güvenmeyi geçirdim. Ege ve Nehir'e. Hatta belki yüzünden düşmeyen gülümsemesiyle Buğra'ya. Ama onlar da diğerleri gibi bana kesin yargılarla bakıyorlardı. Gerçi onları suçlayamazdım. Yine de sanırım onlara alışabilirdim. Dersten çıktıklarında kendimi yalnız hissetmiştim mesela. Konuşmasam da hatta onları soğukluğumla çıldırtsam da benimle arkadaş olmak istemeleri güzeldi. Zaten onlar gittikten sonra derste sıkılınca ben de sınıfta duramayıp bahçeye attım kendimi. Okul boşalmaya başladığında koşar adım yanıma gelen şoföre döndü bakışlarım. Yüzünde endişe ve üzüntü hâkimdi. 

Güven Bana*Yeniden Yayımda*1-2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin