"Mahala ARONSKY'nin tutukluk döneminde yapılan sorgulamalar esnasında alınan ifade tutanaklarından derlenmiştir."
İnsanın hayatının gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmesi, artık yolun sonuna geldiğinin göstergesidir bir bakıma. İnsan o noktaya ulaştığında kendisine "ya tamam ya devam" diyemez. Bütün ipler artık o insanın kaderinin elindedir. O noktaya ulaşan bir insan, ne kadar kaderini değiştirmeye çalışsa da her şey boşunadır.
Tampon bölge denilen yer hakkında türlü rivayetler duysam da, ne kadar büyük olduğunu oranın içerisine girmeden idrak edemiyordum. Bana şimdi sorarsanız, neden insanların o bölgeye tekrar girmekten imtina ettiklerini ve neden o bölgede herhangi bir canlının yaşayabilmesinin bir mucize olduğunu, çok daha iyi anlatabilirim.
Tampon bölgedeki maceram iki güne yakın sürdü ve bu iki gün boyunca kavurucu sıcak altında aç ve susuz bir şekilde yol aldım. Yanıma aldığım mataradaki su daha ilk günden biterken, uzunca bir süre çevremi kaplayan büyük taş kütlelerinin arasında herhangi bir su birikintisi ile dahi karşılaşmadım. Kuşbakışı harita üzerinden bakıldığında çok da uzun olmayan mesafe, bölgenin coğrafi yapısından dolayı uzadıkça uzuyordu. Elimdeki elle çizilmiş haritayı takip ederek ilerlediğim olmayan yollardaki büyük kayaların üzerinden atlıyor, araziyi kaplayan sivri taşların ayakkabımı parçalamasına engel olamıyordum.
Büyükçe bir kaya kovuğunun içinde uyuyamadan geçirmek zorunda kaldığım o dondurucu soğuk geceden canlı olarak çıkacağımı hiç düşünmezken, kendimden o kadar kolay vazgeçiyordum ki, bir türlü gelmeyen sabahın ilk ışıklarına kadar bir yılanın gelip beni zehirleyerek öldürmesi için dualar ediyordum.
Bölge, tahminlerimin de ötesinde o kadar terk edilip, o kadar vazgeçilen bir yerdi ki, iki günlük yol boyunca bir tane bile yeşil bir ağaçla karşılaşmamamdan dolayı yolun sonundaki o sınır tellerini görene kadar Brost'a ulaşamayacağıma kendi kendime kanaat getirip, ölümün ne kadar güzel bir kurtuluş olacağı hakkında düşüncelere dalıyordum.
Bir bilinmeze doğru yol alıyor, ilerlediğim her adımda da umudumu yavaş yavaş kaybediyordum.
Brost'un sınır tellerini görmemi engelleyen son tepeyi de aştıktan sonra karşıma çıkan manzara, beni rahatlatmak yerine daha beter büyük bir umutsuzluğun içine sokuyordu. Hayatımın en büyük bilinmeyenlerinin o tellerinin arkasında olduğu gerçeği ilk kez yüzüme bir tokat gibi çarptı.
Sınır tellerini aştıktan sonra haritada belirtilen ve beni teslim alacakları kontrol noktasına doğru ilerlemeye başladım. Daha birkaç adım dahi atamadan yüzüstü yere kapaklanıp, bilincimi kaybettim.
Kendime geldiğimde ise karşımda, yerde yüzümü yıkayarak beni uyandırmaya çalışan bir adam olduğunu hatırlıyorum.
Bilincimin yerine geldiğini anlayan adam, bana acır bir yüz ifadesi takınarak, beni yerden kaldırmaya çalışırken, başaramayınca da beni bir süre yerde sürüyerek eski külüstür bir aracın içerisine soktu.
Bulanık zihnim ile hatırladığım kadarı ile araç, büyük ihtimalle eski Egonya zamanında üretilen ve nereden bakarsanız bakın otuz yaşında olan ve eski fosil yakıtla çalışan bir araçtı. Mısırdan üretilen alkol ile çalışan alternatif yakıtlı araçlar o kadar yaygınlaştı ki uzun zamandır karşılaşmadığım böyle bir aracı zihnim anında işaretledi.
Araca binerken deposundan gelen o keskin benzin kokusunu iliklerime kadar hissedebiliyordum. İki gündür hiçbir şey yiyip içmediğimden elimi kaldıracak gücüm dahi yoktu.
Aklımdan geçen tek şey geri zekâlı adamın aklına bana neden birazcık su vermeyi neden bir türlü akıl edemediği oldu. Konuşmak o an için bana o kadar zor geliyordu ki, ağzımdan çıkan her kelime bir bıçak gibi bana geri dönerek tam kalbimin üzerine saplanıyordu. Arabaya bindikten sonra ağzımdan çıkan ilk kelimenin kısık bir ses ile "su" olduğunu hatırlıyorum. Arabayı çalıştırmak ile uğraşan o geri zekâlı, birden konuşmaya çalıştığımı fark ederek bana doğru eğilip, su istediğimi anlayıp lütfederek matarasındaki suyu bana içirme zahmetine girdi.
Hatırladığım kadarı ile benden kısa olduğunu tahmin ettiğim esmer ve kirli sakallı olan bu adamın üzerindeki elbiseler, bana aynen bir sokak köpeğini hatırlatıyordu. Adam o kadar pis o kadar kötü kokuyordu ki, aracın içerisindeki benzin kokusuyla birleşen koku yüzünden devamlı öğürsem de midemde bir şey olmaması nedeniyle kusmayı başaramadım.
Her ne kadar o anda fark etmesem de ben de adamdan çok farklı durumda değildim. Ben de kötü kokuyordum. Askerin elinde geçirdim günler süresince dahi doğru dürüst yıkanamadım. Üzerimdeki elbiseleri en son ne zaman değiştirdiğimi dahi hatırlayamıyorum. Ancak adamın, arabanın içine yayılan ve bana kedi leşini hatırlatan o pis kokusunu şu an dahi çok net hatırlayabiliyorum.
Adamın aracının içinde başlayan Baltur yolculuğumun nasıl sonuçlanacağı üç aşağı beş yukarı belliydi. Etnikler bölgesinde yaptığım araştırmalar esnasında incelediğim kaçak sınır ihlallerine dayanarak, Brost'a geçen insanların neredeyse tamamına yakınından bir daha haber alınamıyordu. Sınırı geçerek ülkeden kaçan insanların izi, sınır geçişinden hemen sonra kaybolur, tamamen bir hayalete dönüşürlerdi. Bu insanlar ya gerçekten çok ciddi bir uğraş sonucunda izlerini kaybettiriyorlardı, ya da ortalıkta dolaşan söylentilere göre sınırı geçer geçmez direk olarak Balturlu güvenlik görevlileri tarafından infaz edilerek ortadan kaldırılıyorlardı.
Engebeli yolda ilerleyen aracın içerisinde ilerlerken, aracın içinde oluşan dayanılmaz sarsıntıya rağmen gözlerim kapanıyor, bayılmamak için kendimi zor tutuyordum. Yol bitmeden adamla konuşmam gerektiğinin, aksi takdirde araçtan çıkacak olan tek şeyin kendi cenazem olacağının farkındaydım. Kim olduğumu, buraya nasıl geldiğimi ve ne yapmak istediğimi bir şekilde anlatmalıydım!
Zor da olsa adamla konuşmak için hamle yaptığımda adamın bana daha samimi yaklaştığını fark ederek, sanki benim orada neden olduğumu benden daha iyi bildiğini düşündüm.
Gücümün elverdiği şekilde adamla konuşmaya başladım. Daha doğrusu daha çok o konuştu, ben dinledim. Konuşmanın bir noktasında adamın ima ettiklerinden, beni herkesi götürdüğü yere götürmeyeceğini fark ettim. Başıma neler geleceğini o noktadan sonra kestiremediğimden, kullandığım tek atımlık kurşunun işe yarayıp yaramadığını görmek açısından beklemekten başka çarem kalmamıştı.
Arka koltukta hareketsiz bir şekilde yatarak kaderime doğru ilerlerken geçmişim aklıma geliyor, İlk ve ortaokulda eğitim gördüğüm zamanları düşünüyordum. Belki de gerçek anlamda mutlu olduğum son zamanlar o zamanlardı. Ardından gelen ve sadece günler içerisinde hızlı bir şekilde bozulan yapı ve büyük buhran! Açlık ve sefaletin başlangıcı! "Son Gün" açıklamaları ve ardından "İlk Gün"! Herkesin hayalleri, herkesin ulaşmak istediği hedeflerinin bir anda yok oluverdiği günler olarak anılacaktı yıllar sonra! Sayesinde ne çocukluğumuzu yaşadık ne de gençliğimizi. Hep daha kötüye giden bir yaşam, hep daha da zor geçen bir zaman! Ben ve benim dönemimde yaşayan bütün çocuklar gibi ağlamayı bile öğrenemedik. Ağlamayı öğrenmek için önce elinde olanı kaybetmeyi öğrenmek gerekirdi. Bizim elimizde hiçbir zaman kaybettiğimiz zaman ağlayabileceğimiz bir şey yoktu ki kaybetmeyi öğrenelim! Kendi karanlığımızda kaybolup ve karanlıkta olduğumuzu dahi fark edemiyorduk.
Yolu yattığım yerden net olarak göremesem de, araç ani bir manevra ile yolunu değiştirdi. Gözlerim yavaş yavaş kapanıyorken, bayılmamak için kendimi zor zapt etmeme rağmen çok fazla dayanamayarak bilincimi tekrar kaybettim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP DEVRİM
Misterio / SuspensoKayıp Devrim, olmayan bir dünyada, olmayan bir ülkenin hikayesidir. Anarşinin son bulması için siyasi rejim değiştirilerek 6 parçaya bölünen Egonya, yepyeni bir lider ile içinde bulunduğu diktatörlük rejiminden kurtulabilecek midir? Yoksa ülkeyi kur...