"Mahala ARONSKY'nin kendi el yazısı ile tuttuğu günlüğün günümüze ulaşan kısımlarından alınmıştır."
Rüyaların, insanın bilinçaltına yerleşen ve dışarıya çıkmak için sabırsızlanan düşüncelerin dışarıya çıkmak için bulduğu en zayıf nokta olduğunu savunurum. İnsan rüyalarında yeri gelir uçar, yeri gelir yaşadığı platonik aşkların itiraflarını yapar. Yeri gelince de en büyük korkuları ile karşılaşır, kendini sorgular insan. İnsan uyurken en zayıf, en masum halindedir. Eline geçebilecek kesintisiz bir uyku, yeri geldiğinde dünyalara bedeldir.
Gözümü açtığım ilk anda, etrafımı çevreleyen dört duvar içerisinde pencereden izin isteyerek usulca süzülmeye başlayan sabahın ilk ışıkları ile yattığım tek kişilik yatağın içinde yavaş yavaş hareketlenip yeni doğan güne merhaba dedim. Zihnim yerine gelip gözümün önündeki rüya perdesi yavaş yavaş ortadan kalkarken vücudumu saran ter katmanı yüzünden rahatsız olsam da ayağa kalkamayacak kadar yorgun olduğumu fark ettim.
Çevremdeki sanal ortamın gerçekliğe dönüşmesi ile birlikte belki de on yıl kadar uzun bir zamandır, ilk kez bu kadar sessiz bir ortamda yalnız başıma kaldığımın fark ettim.
Yıllardır yaşadığım insana nefes dahi aldırmayan koşuşturmacanın ardından üzerime çöken ve beni ayağa kalkmaktan imtina ettiren sızılı yorgunluk dahi, benim o küçücük odanın içinde basit bir mutluluk anı yaşamama karşı duramıyordu.
Yatağın içinde usulca dönmeye çalışırken, on ya da on bir yaşlarımda, okulun tatil olduğu hafta sonlarında ya da yaz tatili zamanlarında babamın elinden tutarak gittiğim ilk çıraklığım geliyordu aklıma. Gözlerimin önünde, babamın beni belki bir şeyler öğrenir diye götürdüğü o küçük, şirin halı dokuma atölyesi vardı.
Aslında orada çalışmayı hiç sevemedim. Akranlarım, evde miskin miskin oturup televizyon seyrederken, neden her sabahın ilk saatlerinde babamla birlikte çalışmaya gitmek zorunda olduğumu, o yaşlarda, bir türlü anlayamazdım.
Bana zulüm gibi gelen o işe gitmemek için belki de defalarca kavga ettim babamla. Hiç sıkılmadan, her sabah gün ışımaya başladığında, odamın kapısını aralayarak "hadi oğlum kalk" diyen babamın, odanın kapısının önünü terk etmesinin ardından ağlamaya başlar, sadece o gün için beni işe götürmesin diye dakikalarca dua ederdim.
Maalesef her defasında boşuna olurdu o ağlayışlarım. Ben ağladıkça babam sinirlenir, sinirlendikçe bağırır, bağırdıkça annem müdahil olurdu babamla olan tartışmamızın içerisine.
Annem basit bir el hareketi ile babama sakin olması gerektiğini hatırlatır, sonra da güzel sözlerle beni sakinleştirir, üzerimi giymeme yardım eder, en sonunda tatlı sert bir şekilde beni sürüyerek kahvaltı masasına götürürdü.
Domatesler daha kırmızı, biberler daha yeşil olurdu o kahvaltılarda. Annemin yanına oturur, çiftlikten taze taze gelen yumurtamı soymasını izler sonra da bir harekette hepsini yemeye çalışırdım. Şimdi aklıma geliyor da, zamanında burun kıvırdığım o kahvaltılar için şimdilerde nelerden fedakârlık yapabileceğimi tahmin bile edemezsiniz.
Mutlu aile kahvaltımızın hemen ardından babamın elinden tutar, birlikte bindiğimiz servis otobüsü ile önce babamın çalıştığı yere yakın o küçük atölyeye giderdik. Babam beni orada, kendisinden çok güvendiği usta dediğimiz adama emanet eder, yanımdan ayrılmadan önce de her zaman bana dönüp kendisini utandırmamamı tembihlerdi.
O atölyede bana yalancıktan yerleri temizlemek, gelen misafirlere kahve gibi basit işler yaptırırlardı.
Babamın götürdüğü atölyede çalıştığım her haftanın sonundaki pazar günü yatağımda uyandığımda, güneşin odama süzülüşünü seyreder, içimden o günün hayatımın en güzel günü olduğunu geçirirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP DEVRİM
Mystery / ThrillerKayıp Devrim, olmayan bir dünyada, olmayan bir ülkenin hikayesidir. Anarşinin son bulması için siyasi rejim değiştirilerek 6 parçaya bölünen Egonya, yepyeni bir lider ile içinde bulunduğu diktatörlük rejiminden kurtulabilecek midir? Yoksa ülkeyi kur...