Yaklaşık sekiz dakikadır üstünde 'Yun Jong Yong' yazan kapının önünde bekliyordum. İçeride yedi kişi vardı fakat hiçbirinden ses çıkmamıştı. Belki de burada olduğumu biliyorlardı?
Derin bir nefes verip elimi kaldırdım ve kapıyı gelişigüzel tıklattım. İçeriden herhangi bir ses gelmedi yine de kapı kolunu yavaşça indirdim ve içeri girdim. Geri kapatırken bakışlarım ablalarımı buldu.
Dünden bu yana hiç konuşmamıştık. Ben uyandığımda da evde yoklardı zaten. Bu yüzden onlara olan kızgınlığım hala dinmemişti.
Dilimi dudaklarımda gezdirirken az önce yediğim şekerin tadı beni mutlu eden tek şeydi sanırım. Tembel adımlarla siyah koltuğa yürüdüm ve yavaşça oturdum. Ben oturur oturmaz başkan konuştu.
"Haru-ah, biz ablalarınla konuştuk. Şirkette kalmaya karar verdiler."
Beklentiyle yüzüme bakıyordu fakat hiçbir mimiğimi oynatmamaya kararlıydım.
"Beni neden çağırdınız?"
Başkan, dilini dudaklarında gezdirdi ve masanın üstündeki eşyalarda bakışlarını bir müddet oyaladıktan sonra tekrar bana baktı.
"Senin de kararını öğrenmek için." dediğinde üst dudağımı dişleyip ablalarıma baktım.
Irene, Seulgi ve Jisoo dışında hepsi, başka yerlere bakıyorlardı. Bakışlarımı liderde sabitlediğimde bir günde oldukça çöktüğünü fark ettim. Bütün bu olanlar onu yormuştu. Altı tane kızın sorumluluğu üstündeydi. Hepimizi bir arada tutmak normal koşullarda bile zorken şimdi harcadığı uğraşın zorluğunu tahmin dahi edemiyordum.
Seulgi ise, öylece vazgeçmek istemiyordu. Burada çok uzun süre kalmıştı ve artık yuvası gibi gördüğüne emindim. Bir tarafı biz nereye gidersek oraya geleceğini çok iyi biliyordu fakat diğer tarafı yuvada kalmak istiyordu.
Kendimi düşünmek en son çarem olurdu. Ablalarımı yüz üstü bırakmazdım, bırakamazdım.
Derin bir nefes aldım ve başkana baktım. Yorgun gözleri öylece üstümde dururken yutkunup arkasına yaslanmasını izledim. Dün söylediğimin aksine sevgisine inanıyordum. Gururumu bir kenara atmak benim için çok da zor bir şey değildi.
Bunca zaman kendimi hep ezik görmüştüm, şimdi de öyle görüyordum. Sadece bunu belli etmemekte ustaydım, o kadar.
"Ne olduğunu söylemeye gerek var mı?" dedim gülerek.
Etrafı inceleyenlerin bakışları hızla beni bulurken gülümseyen suratıma inat dolan gözlerimi saklamak için ekstra bir çaba sarfetmedim.
Önce Nayeon geldi ve üstüme atlayıp kollarını sıkıca boynuma doladı. Daha sonra diğerleri gelip grup sarılması yaptılar fakat bir müddet güldükten sonra onları geri itip ifademi ciddi tutmaya çalıştım.
"Size hala kızgınım." dedim bacaklarıma bakarak. Tekrar sessiz sedasız durduklarında somurtan yüzümü onlara gösterdim.
"Nasıl beni almadan gidersiniz ya?!"
Rahatlayarak derin bir nefes verdikten sonra Jennie, başını eğerek sırıttı.
"Uyanasın diye her tarafını elledim ama yine de uyanmadın."
"Gece sevgilinle gezmelerden gelince yoruldun tabii, uyuduğunda saat dört falandı."
Nayeon, kolunu Jisoo'nun omzuna attı ve parmağıyla beni işaret ederek sinsi sinsi sırıttı.
"Siz benden daha geç uyudu- NE SEVGİLİSİ YA?!"
Jungkook'u sevgilim sanıyor olamazlardı, değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fated♧Jungkook
Fanfiction"Haru'm," dedi sonra, nefes boruma güller sıkıştırdı. "Gün'üm, Günler'im." Gömleği gerdanıma değdi, yanağımı göğsüne yasladım. Başını eğip, dudaklarını kulağıma koydu. Yaşlar bir bir aşağı düşerken yüzümü ona gösterdim. Paul, "Seni çok seviyorum, be...