Music Bank'in 'Bahar Konserleri' üçüncü şarkımız çıkar çıkmaz bizim de çağırılıp kadroyu tamamlamalarıyla birlikte başlamıştı.
Bu sefer gideceğimiz yeri İsviçre seçen sevgili müzik programına içten içe küfürlerimi saydırırken bazanın altından çıkardığım kazakları birer birer bavula yerleştirmekle meşguldüm.
Bahar aylarına giriş yaptığımızdan o kadar soğuk olmaz diye düşünüyordum fakat Wendy, elindeki telefonla odama girip bana İsviçre'nin hava durumunu gösterdiğinde bu fikrim yerini berbat bir inlemeye bırakmıştı.
Güya bunun adı 'Bahar Konserleri''ydi fakat biz kıçımızın donacağı bir yere gidiyorduk.
O kısa etekleri giyip performans sergilemenin zorluğundan kimse bahsetmiyordu tabii.
Orası soğuk olduğundan ve olası bir krize girebileceğim ihtimalinden ötürü ablalarımın da huzursuz olduğunu biliyordum fakat yapabileceğimiz bir şey yoktu.
Başkan, gitmemizi istiyordu.
Normalde bizi soğuk yerlere göndermezdi -benim yüzümden- ancak oraya gitmemizi istediğini kesin bir dille ifade etmiş ve aksi bir durumu kabul etmeyeceğini söylemişti.
Bunaldığımı hissederek elimdeki ayakkabıları kapının önüne bıraktım ve oturma odasına doğru yürüdüm. Seulgi, yine ve yine telefondaydı, Irene'se bacaklarını onun üzerine atmış televizyon seyrediyordu.
Bakışlarımı televizyona çevirip ne izlediğine baktığımda Taehyung'un dizisini izlediğini görmemle tuhaf bir şekilde sırıtmış ve yanlarına yürüyüp kendimi tekli koltuğa bırakmıştım.
"Hala flört döneminde misiniz?"
Seulgi'ye bakarak sorduğumda bakışlarını birkaç saniyeliğine bana dikti ve tekrar telefonuna döndü. Gözleri tekrar beni bulduğunda söylediğim şeyi yeni algıladığını anladığımdan daha çok sırıttım ve alt dudağımı dişledim.
"Sen- Bak- Ne saçmalıyorsun ya?"
Olağanca gücüyle inkar etmeye başladığında Irene kıkırdadı ve ben de bundan cesaret alarak elimi havaya doğru salladım.
'He he inandım' anlamına geliyordu bu.
"Bizden önce sen ve Jungkook var. Hatırlatırım." diyerek sırıtmamın yüzümde donmasını ve yanaklarımın müthiş bir hızla kızarmasını sağladı.
"Bizim aramızda bir şey yok."
Beni taklit ederek elini havada salladığında kaşlarımı çattım ve dudaklarımı büzüp televizyona döndüm. İkisinin kıkırdama sesleri kulağıma gelirken sıkıntıyla nefes verdim.
"Ya gerçekten bir şey yok. Neden ısrar ediyorsunuz? Belki çocuğun sevgilisi var. Ayıp yani."
"Hadi be ordan. Jungkook'un kızlara karşı 'utangaç' olduğunu bilmeyen yok. Ne sevgilisi?"
Mutfaktan çıkan Nayeon elindeki bisküvi paketini tek tek bize uzatırken konuştuğunda gözlerimi devirdim. Neden Jungkook'la benim aramda bir şeyler olduğunu ima ediyorlardı ki sürekli? Bu konu ilk açıldığında bir hafta uğraşırlar ve daha sonra beni rahat bırakırlar diye düşünüyordum fakat gelin görün ki o bir haftalık süreci çoktan aşmış ve dördüncü ayımıza gelmiştik.
Bazen, Bangtan da Jungkook'a bu şekilde takılıyor muydu, düşünmüyordum değil.
Bu fikirle tekrar ısınmaya başlayan yanaklarıma onlara nazaran soğuk olan ellerimi değdirdim ve televizyona bakmaya başladım.
"Hey hey. Niye kızardı senin yanaklarıııııın?"
Nayeon bağırarak ve imayla söylediğinde ona döndüm ve boş boş bakmaya çalıştım. Başarısız olduğum belliydi çünkü dudaklarım yanlara doğru kıvrılmak üzereydi. Nedense birden bire hoşuma gitmeye başlayan bu düşünceyle ellerimi yüzüme kapattım ve ufak bir çığlık attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fated♧Jungkook
Fanfiction"Haru'm," dedi sonra, nefes boruma güller sıkıştırdı. "Gün'üm, Günler'im." Gömleği gerdanıma değdi, yanağımı göğsüne yasladım. Başını eğip, dudaklarını kulağıma koydu. Yaşlar bir bir aşağı düşerken yüzümü ona gösterdim. Paul, "Seni çok seviyorum, be...