Hayranlarla ve ailemle kutladığım yirmi üçüncü yaş günümün ardından bir gün bile geçmeden Dahee'nin evlilik haberini almak suratımda bezmiş bir ifade oluşmasına neden olmuş ve bana tavır almasına yardımcı olmuştum.
Fakat ne yapabilirdim?! Ben, Jungkook'tan gelecek olan doğum günü hediyemi beklerken –ki bunun bir yüzük olmasını fena halde istemiştim- onun evleneceğini söylemesi hoş bir şey miydi, değildi, değil mi?
Gösterişe bayılan teyzem, Dahee, halk tarafından manyak seviliyormuşçasına neredeyse tüm basın mensuplarını düğüne çağıracağını söylediğinde elbet kırmızı bir halı görmeyi beklemiyordum.
Daha sonra Dahee'nin evlendiği adamın Kang Haneul olduğu gerçeği, gözlerimi alan flaşlar sayesinde 'ne gerek var ya' diyen tarafıma çarptı.
Önce Bangtan ve Hygge olarak verdiğimiz pozlar sonrası teyzem, birden bire önümüze geçmiş ve "Jungkook, Haru, siz ikiniz ayrı çekinin bakayım." demişti.
Hayretle ona bakarken hiç istifini bozmadan kırmızı elbisesini düzeltmiş ve çenesini yukarı kaldırarak eski yerine gitmişti.
İlişkisi açıklanan Joohyun ve Taehyung ikilisi kıs kıs gülerken muhabirlerden biri onlara "Önce sizi çekelim." demiş ve gevşekçe gülmeme neden olmuştu.
Joohyun, Yoongi'nin doğum gününden bu yana alışkanlığı olan karın tutma olayını gerçekleştirirken Taehyung'un onu uyarmasıyla ellerini bulunduğu yerden ayırdı ve Taehyung'un koluna doladı.
Erkek olacağını öğrendikleri üç aylık bebek, Joohyun'un kendisini çok yorması sonucu, ölmüştü.
Mutfaktaki beyaz parkenin tamamen kan olduğunu hatırlıyorum da, Joohyun'a bir şey olacak korkusu beni milyon yıl yaşlandırmıştı.
Üç aydır ne yapacağımızı bilemeden sadece bebeğe odaklandığımız hayatımız birden bire eski haline dönmüş ve hayranlarla olduğundan daha sık vakit geçirmeye başlamıştık.
Joohyun, böyle bir şey yaşadığı için berbat hissediyordu.
Hayranlara olanları anlatamadığı için, berbat hissediyordu.
Jungkook, benden önce davranarak bir elini cebine atıp diğer elini belime sararken aklımdaki eski anıları sildim ve gülümsedim.
Bana bir şeyler söyleyip kahkaha attırdığı, ardından öylece birbirimize baktığımız milyon fotoğraftan sonra kendimi tuhaf hissetmekten alıkoyamadım.
Kore'de böyle bir şeyi yaşatan ilk insanlar olmak gururumu okşadı açıkçası.
Gelin odasına yürürken bile içeriden gelen bağırtılar beni gülümsetmiş ve kapıyı açarken "Yine neye sinirlendin?" diye söylenmeme neden olmuştu.
"Ya sen nasıl bir kuzensin?! Yarım saattir seni bekliyorum burada!"
Dediklerini boşverip baştan aşağı onu süzerken sakinleşmiş ve ellerini kavuşturarak beklentiyle bana bakmıştı.
"Nasılım?" dedi, öncekine göre çok daha sakin bir tonla.
"Çok güzel olmuşsun." derken yanına yaklaşmış ve gelinliğini incelemeye başlamıştım.
Vay anasını cidden güzel olmuştu be.
Her ne kadar istesem de, promosyonlar yüzünden onunla gelinlik bakmaya gidememiştim. Bunun için oldukça üzgün hissediyordum fakat nasıl özür dileyeceğimi bildiğimden bunu çok da kafaya takmamaya çalıştım.
"Sana bir hediyem var." dedim usulca.
Kaşlarını yukarı kaldırıp büyük gözleriyle bana bakarken çantamı açtım ve kutusundan çıkardığım pırlanta kolyeyi gösterdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fated♧Jungkook
Fiksi Penggemar"Haru'm," dedi sonra, nefes boruma güller sıkıştırdı. "Gün'üm, Günler'im." Gömleği gerdanıma değdi, yanağımı göğsüne yasladım. Başını eğip, dudaklarını kulağıma koydu. Yaşlar bir bir aşağı düşerken yüzümü ona gösterdim. Paul, "Seni çok seviyorum, be...