Karanlıktan korkmayı, etrafımın düzensiz aralıklarla siyaha bürünmeye başlamasıyla bırakmıştım. Bazen gözlüğüm ya da lenslerim olmadığı zaman karanlık odanın her bir yerinde gördüğüm olmayan şeyler yüzünden hala korktuğum oluyordu, yine de on yedi yaşındaydım ve korkmak için fazla üşengeçtim.
Fakat bu üşengeçliğim sadece odamda geçerliydi.
Vokal odasındaki camekanın köşesinde değil.
Bu saatte burada ne yapıyordum bilmiyordum, en son başım ağrıdığından dolayı dans pratiği yapan ablalarıma balkona çıkıyorum deyip odayı terkettiğimi hatırlıyordum. Büyük ihtimalle şirketin her yerinde beni arıyorlardı fakat biraz daha tek başıma durmak için dua etmiştim.
Gözümün önünde beliren görüntülerle artan hıçkırıklarım üzüntümden değil, öfkemdendi. Bu öfkeyle birilerinin kalbini kırmaksa en son isteyeceğim şey bile değildi.
Tişörtümün yaka kısmını yukarı çekiştirip gözyaşlarım yüzünden ıslanan yüzümü kuruladım fakat o sıra ağzımdan kaçan hıçkırıkla yakınlardan duyduğum ayak sesleri kesildi.
Elim tekrar dudaklarıma giderken yerimi bulanın Jungkook olmasını diliyordum. Ondan başka birinin beni böyle görmesini istemiyordum çünkü.
Vokal odasının kapısı açıldı ve geri kapatıldı. Daha sonra ahşap parkeye değdiği her an ses çıkaran adımlarla birlikte camekanın kapısı açıldı ve karanlıkta tam olarak seçemediğim beden yanıma yürümeye başladı.
"Haru?"
İç çekerek başımı yukarı kaldırdım ve açtığı ışık yüzünden gözlerimi kıstım. Işığa alıştığım sıra gözlerimin açılmasıyla yanıma çökmesi ve omuzlarımı kavraması bir olmuştu.
"N'oldu sana?!"
Onu bu ifadesiyle ikinci görüşümdü. Ve bundan bir kez daha nefret etmiştim. Burnumu çekip ileri uzandım ve beni sarmasını bekledim.
Kolları bedenime sıkı sıkıya dolanırken titrek sesiyle bir şeyler mırıldanıyordu fakat anlamıyordum. Aklım o kadar doluydu ki, neye dikkat kesileceğimi şaşırmıştım. İleri geri sallanarak başıma öpücükler bıraktı ve bunu uzun bir süre yapmaya devam etti.
İç çekmelerim bittiğindeyse hafifçe kıpırdanmıştım. Kollarını gevşetip omuzlarımdan tuttu ve yüzünü görüş açıma soktu.
Konuşmasına fırsat vermeden yüzüme nazaran oldukça kuru olan dudaklarımı ıslatarak ağzımı açtım.
"Hatırlıyorum," dedim. Kaşlarını çattı ve sert bir nefes verdi.
"Bana bunu yapanların kim olduğunu hatırlıyorum."
Dolan gözlerimi yukarı doğru kaydırdım ve başımı birkaç kez salladım. Ellerinden kurtulup ayağa kalktığım sıra beni taklit etti ve büyük bedeniyle önümü kapatarak yüzümü avuçları arasına aldı.
"Söyle bana, güzelim."
Sesindeki şefkat sinir katsayımı azaltmaya başlamışken tişörtüne tutundum. Bunu söylemek istemiyordum çünkü benden daha kızgın olacaktı. Söylemekle doğru mu yapacağım diye düşünürken hiç beklemediğim bir anda ağzımdan çıkan sözcüklerle yutkundum.
"Yugyeom ve Sejung."
Sonra nefesi ve bedeni kaskatı kesildi. Ürkek bakışlarımı yüzüne çıkardığımda kararan gözleri benimkilere kitlendi ve bir adım geri çekildi.
"Seni bulduğumda merdivenin aşağısındaydın, Haru."
İnanmadığını belli eden bir tonla konuştuğunda şaşkınlıkla ona bakmaya devam ettim. Hatırlıyorum diyordum ve bana inanmıyor muydu? Sertçe yutkunup çoktan tişörtünden aşağı kayan ellerimi sıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fated♧Jungkook
Fanfiction"Haru'm," dedi sonra, nefes boruma güller sıkıştırdı. "Gün'üm, Günler'im." Gömleği gerdanıma değdi, yanağımı göğsüne yasladım. Başını eğip, dudaklarını kulağıma koydu. Yaşlar bir bir aşağı düşerken yüzümü ona gösterdim. Paul, "Seni çok seviyorum, be...