"Nasıl beni uyandırmazsınız ya?!"
Çift kişilik yatakta tepinirken mızmızlandığımda Irene bavulundan çıkardığı pijamaları giymek için tişörtünü çıkardı ve beni duymamış gibi yapmaya devam etti.
Belki de gerçekten duymamıştı, yaşlıydı sonuçta.
Hayatta en çok sevdiğim şeylerden biri uçak yemekleriydi ve uzun bir yolculuk olacağından gelecek olan yemeğin lezzetini düşünerek daldığım uykumdan beni uyandırmamışlardı.
Kızmakta haklı mıydım?
Evet.
Gerçi ben her zaman haklıydım.
Oflayarak tekrar tepinmeye başladığım sıra banyodan çıkan Jennie sırıtarak bavuluna doğru yürüdü.
"Sevgilinle mışıl mışıl uyuyordunuz, kıyamadık."
Elimi aşağı uzatıp çıkardığım ayakkabımı ona fırlattığımda kalçasına isabet etmesiyle birlikte bornozuna aldırmadan üstüme atladı.
Orası burası gözüküyordu falan ama onun umrunda değildi.
"Sevgilim deği- AH!"
Göğsümü sıktırdığı sırada acıyla bağırdım ve onu üstümden ittirdikten sonra kapıya koşmaya başladım. Kapıyı hızla açıp dışarı çıktığımda odanın içinden bana öfkeyle bakan ablama şirin bir şekilde gülümsedim.
Bornozla dışarı çıkamayacağına göre, güvendeydim.
Derin bir nefes alıp yan taraftaki odaya yürümeye başladığımda karşıdan gelen Seokjin'i görmemle ters istikamete dönmeyi düşündüm fakat çok geçti.
"Selam, ufaklık." dediğinde yüzümü buruşturdum.
"Ufaklık ne ya? On sekiz yaşındayım ben."
Elini çenesine koyup tavana baktı. Benimle dalga geçmesine ağlasa mıydım yoksa gülse miydim, bilmiyordum. Kollarımı birleştirdim ve tek dizimi kırıp gelecek olan cümleyi beklemeye başladım.
"Yaşın da küçük, sen de küçüksün. Bu durumda ufaklıksın."
Dudaklarımı büzüp onu alkışlamaya başladığımda söylediğinin saçmalığıyla sırıtmaya başladı.
"Mükemmelsin, sunbae."
"Biliyorum," elini dudaklarına götürdü ve bana bir öpücük attı. "Seni seviyorum, ufaklık." dediğinde başımla onayladım.
"Teşekkürler."
Uzanıp saçlarımı karıştırdıktan sonra gülümsedi ve tersimde kalan yöne gitti. Birkaç adım atarak gelmek istediğim odanın kapısını tıklattım.
Seulgi açmıştı.
Ve tabii ki elinde telefonu vardı.
"Ay bezdim artık."
Onu ittirerek içeri girdiğimde yatakta yatan Jisoo bana kendi dilimde konuşmayı bırakmamla ilgili bir şeyler söyledi fakat onu takmadım. Cam kenarında duran yatağa yürüdüm ve kendimi gelişigüzel beyaz nevresimin üstüne bıraktım.
Pekala, yatağa düşmeyi bekliyordum, yere değil.
Tabiri caizse anırarak gülmeye başlayan Jisoo'ya göz devirmemin ardından ben de kahkaha atmaya başladım. Seulgi başını kaldırıp anlamazca bize bakarken ellerimle yüzümü kapatmış, kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.
Kıçım acıyordu.
"Ne kaçırdım ya?!"
Ayağını yere vurduğunda yattığım yerden kalktım ve yanına gittim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fated♧Jungkook
Fanfiction"Haru'm," dedi sonra, nefes boruma güller sıkıştırdı. "Gün'üm, Günler'im." Gömleği gerdanıma değdi, yanağımı göğsüne yasladım. Başını eğip, dudaklarını kulağıma koydu. Yaşlar bir bir aşağı düşerken yüzümü ona gösterdim. Paul, "Seni çok seviyorum, be...