Çok yaşanmışlığım yoktu.
Kreşe başlamadan önceki hatırlamadığım çocukluğum ve on iki senelik eğitim hayatımın birlikteliği olan; on yedi senede kayda değer hiçbir şey yoktu.
Haliyle tecrübesizdim.
Birçok konuda.
Fakat önceden hissettiğimi sandığım hissizliği şimdi anlıyordum ve bu bana gerçekten de koca bir 'hiç'i hissettiriyordu.
Hissizliği bile hissetmek her ne kadar ironik gelse de durum böyleydi.
Hissizdim.
Parmak izleriyle dolu kalın camın ardındaki başkana bakarken oldukça hissizdim. Belki de hissetmemi sağlayacak hiçbir şey yapmadığındandı. Öylece yatıyordu çünkü.
Bağlı olduğu makinenin ekranında düzenli bir şekilde hareket eden yeşil çizginin sesi, kulaklarımdan beynime gidip orayı ince bir bıçakla parçalara ayırıyormuş gibiydi.
Böyle düşünmem mantıksızdı çünkü ses dışarıdan duyulmuyordu.
Başkan bilseydi eğer, benimle dalga geçer ve 'biraz dışarıda dolaş, iyice asosyalleştin' derdi.
"Ne zaman uyanacak?"
Ağlamaktan kısılan sesim ve şişen gözlerimle birlikte teni gün geçtikçe solan başkana bakarak sordum.
Cevap bekledim ama,
Ses gelmedi.
"Doktor," kuru boğazıma rağmen yutkundum ve acıyan gözlerimi kırpıştırdım. "Ne zaman uyanacak?"
Derin bir iç çekiş ve hıçkırık sesiyle yan tarafa döndüm ve eliyle dudaklarını örten Joohyun'u gördüm. Hissizliğim, yeminini bozup gözlerime yaşları doldururken bakışlarım çaprazımdaki doktoru buldu.
Yere bakıyordu, dudaklarını ısırıyordu ve şakaklarındaki ter damlaları birer birer aşağı düşüyordu. Sırtımı cama yasladığım sıra yanıma gelen bedenle hafifçe kenara kaydım ve gelmesini bekledim.
Dudaklarımı ıslatıp tekrar yutkunduğumda acıyan boğazımla yüzümü buruşturmuştum.
"Bir soru sordum."
Neden cevap vermiyorlardı?
"Bilemiyorum, Haru-ssi."
Güldüm ve bakışlarımı beyaz floresanlara çevirdim.
Yanımdaki sevgili, bu mesafeye rağmen hissettiğim sıcaklığını benimle paylaşmak istercesine kolunu omzuma atıp beni kendine çekti ve yüzümü göğsüne yasladı.
İçinden çıkamadığım bataklık silsilesini, onun kokusunu içime çekerek uzaklaştırırken gözlerimi yumdum. Yanıyorlardı.
Hem gözlerim hem de kalbimin oralar, yanıyordu.
İki gün olmuştu. Bu iki günde değil uyumak, kestirmek için bile gözlerimi yummamıştım; cama yaslanmış 'onun' uyanmasını bekliyordum.
Kanser hücrelerinin her bir yanını sardığını söyleyen doktora inanmamıştım. Çünkü başkan sapasağlamdı.
Gülüyordu, yemek yiyordu, dansımızı izlemeye geliyordu. Ve müzikten nefret etmesine rağmen üç saat süren kayıtlarımızda hiçbir yere gitmeden bizi dinliyordu.
Şirketin her bir yanında şarkılarımızın çalması gerektiğini söyleyip tüm katları kontrol ediyordu. Haftasonu tatilinde evinde dinlenmek yerine bizi Busan'a, sahile götürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fated♧Jungkook
Fanfiction"Haru'm," dedi sonra, nefes boruma güller sıkıştırdı. "Gün'üm, Günler'im." Gömleği gerdanıma değdi, yanağımı göğsüne yasladım. Başını eğip, dudaklarını kulağıma koydu. Yaşlar bir bir aşağı düşerken yüzümü ona gösterdim. Paul, "Seni çok seviyorum, be...