1

7.8K 263 66
                                    

"Odaya benden başka kimse girmeyecek. Tekrar etmeme gerek var mı?"

   Uyandığımı hissedebiliyordum ama beni ayıltan şey çevremden gelen sesler olmuştu. Ne durumda olduğumu anlamaya çalışarak bir müddet olduğum yerde uzandım ve bedenimi hissetmeye çalıştım. Beynim uyuşuk gibiydi, göğsümde bir zonklama vardı ve odada ağır bir koku vardı. Hastane kokusu gibiydi.

"Saçmaladığının farkındasın, değil mi? Kendine gelecek misin artık?" Sesleri daha net duyabildiğimde içinde bulunduğum ortamın dışından geldiğini anlayabilmiştim. Ama ne ne olduğunu, ne de nerede olduğumu anlayamamıştım. Neler oluyordu? Kendime gelmeye çalışarak yutkundum. Boğazım o kadar kuruydu ki, yutkunma refleksine karşı çıkıp canımı acıtmıştı. Yeniden sesler duyduğumda seslerin sol tarafımdan geldiğini fark etmiştim. Gözlerimi açabilsem nerede olduğumu düşünebilecektim.

"Size girilmeyecek dedim. Girmeyeceksiniz. Asla. Yüz kere mi söylemem gerekiyor?" Düşünecektim ama şu an beynimde ulaşabildiğim tek şey acıydı. Araba vardı, ortama yoğun bir kan kokusu hakimdi, bir adam vardı, ela gözleri bana bakıyordu. Ağlıyordu. Neden daha öncesi yoktu? Neden sadece o araba vardı? Beynim bomboştu ve istesem de herhangi bir şey hatırlayamıyordum.

"Peki ya Elizabeth'e bir şey olursa. Kız yaralı." Ah, o isim bana aitti. Yaralıydım ama neden olduğunu anlayamıyordum. Göğsümdeki acı belirgindi ama gözümü açıp bedenimde nasıl bir yara olduğuna bakacak gücü bile bulamıyordum. 

"Onun yanından da buradan da ayrılmayacağım. Bu yüzden bir sorun olmayacak, anladınız mı?" Dudaklarımdan hırıltılı bir nefes dışarı çıkarken, ortamda bulunan yeni bir ses dikkatimi çekti. Bir bip sesi düzenli bir ritimle yankılanıyordu. 

   Alabildiğim kadar derin bir nefes alarak gözlerimi araladığımda loş bir ortamla karşılaştım. Nerede olduğumu hâlâ kestirememiştim ama hastane olmadığı kesindi. Görüşüm netleştikçe hemen başımın üzerinde asılı olan serum torbasını ve sağımda duran kalp ritimlerimi ve değerlerimi gösteren cihazı seçebilmiştim. Dirseklerimden destek alıp doğrulmaya çalıştığım ilk saniye, uykuda olan yangın uyandı ve göğsümdeki yerine sertçe oturdu. İrkilerek acıyı karşıladığımda, başım yastığa geri düşmüş, dudaklarımdan bana ait olduğuna inanamadığım bir acı inlemesi kopmuştu. Canım çok yanıyordu.

   O sırada sanki bunu bekliyormuş gibi bir anda içinde bulunduğum odanın kapısı açılınca, arabada gördüğüm adamın hızlıca içeriye daldığını ve bana doğru atıldığını gördüm. Acıyla baş etmeye çalıştığım sırada, endişeyle kaplı gözleri önce yanımdaki makineye, sonra başımdaki seruma, ardından da hızlıca göğsümdeki bandajla kaplı bölgeye kaymıştı. Şakaklarımdaki ıslaklıkları hissedene kadar ağladığımın farkına varamamıştım.

"Ağlama!" Sert sesini fazla umursayamayacağım kadar acı içindeydim. Nefes aldıkça göğsüm daha çok daralıyordu ve bu denli bir acının içinde olmak beni anlık da olsa dehşete soktu. Tanrı aşkına, ölecek miydim ben? Korkarak gözlerine baktım ve sesimi bulmaya çalıştım. Dudaklarımdan sadece kısık bir fısıltı dökülmüştü.

"Çok acıyor..." Başını salladığını ve yanımda duran demir bir sehpadan birkaç iğne enjektörü alarak seruma uzandığını, ardından da enjektördeki ilaçları seruma sıktığını gördüm. Görüşüm daha da bulanıklaşmıştı. 

"Biliyorum, birazdan rahatlarsın." Derin nefesler alarak gözlerimi sımsıkı kapattım ve sözlerine güvenerek acının azalmasını bekledim. Dikkatimi toplamakta zorluk çekiyordum.

   Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilemesem de, yatağın kenarına çöken bedeni hissettiğimde gözlerimi açamadım. Sadece acının biraz daha azalmasına ihtiyacım vardı. Ve vaat ettiği gibi de oldu. Acı yavaşça geri çekilip azalırken, bedenimi ufakta olsa hissedebilmeye başladığım ilk anda gözlerimi yavaşça araladım. Esmer adam gözlerini çoktan bana dikmiş öylece izliyordu. Yüzünün kireç gibi olduğunu görebiliyordum. 

SPACE / z.mHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin