Onun koşar adımlarla evine girdiğini gördüğüm saniye tuttuğum nefesimi bırakarak başımı direksiyona yasladım ve gözlerimi kapattım. Onu ağlayarak görmek canımı acıtıyordu. Ama bu gerçek Elizabeth değildi. Benim tanıdığım, uğruna canımı feda edebileceğim, taptığım kadın değildi. O asla ağlamazdı. Vurulduğunda bile ağlamamıştı. Yere düşerken, her yeri kanla kaplanırken sesi bile çıkmamıştı. Ahh, o günü hatırlamak istemiyordum.
O günü hatırlamak yerine az önce anlattığım güne gitti hafızam. Kendime kızarak asıl o günü hatırladım.
Kapıyı açtığımda görmeyi beklediğim şey kesinlikle bu değildi. Bu şekilde değildi.
Gözlerimi irice açmış, sesimi bile çıkaramadan onu izliyordum. Üzerinde beyaz bir bluz ve gri bir eşofman altı vardı. Tepesinde topladığı saçları dağınıktı ve evden öylece çıkıp geldiği her halinden belliydi. Dudakları mümkün olamayacak kadar rengini kaybetmişti. Gözleri ise beyazlığı görünemeyecek kadar kırmızı, altları da mor torbalarla doluydu. Ne olmuştu da bu hale gelmişti?
Karşımdaki hâli belki de ömrüm boyunca kimsede görmediğim bir harabeyi anımsatıyordu. Bu Elizabeth değildi. Bu, Elizabeth'in maskesinin en derinleriydi.
Kızarmış burnunu çekip kollarını kendine sardı. Ardından kısılmış güçsüz sesi duyuldu. Ben bile o sesin sahibinin o olduğuna inanamadım.
"B-ben ne yapacağımı bilemedim. Benim gidecek b-bir yerim yoktu. Ben... Lanet olsun." Bana doğru yalpaladığında hızla ona atılıp kollarımı omzuna doladım. Ağlamaya başlamıştı ve tişörtümü ıslatan her damla, kalbime ateş parçaları düşüyormuş gibi hissettiriyordu. Onu bu halde görmek, canımın daha önce hiç acımadığı kadar acımasına neden oldu. Bu katlanılmazdı.
Bir elimi buz kesmiş kolu boyunca indirip eline ulaştırdım.
"İçeri gel, üşümüşsün." Kısa iç çekişleri arasında başını salladığı sırada benden ayrılıp içeri doğru yürüdü ve gözden kayboldu.
Zorla da olsa kendime gelip, bir çırpıda yatak odasına gittim ve bir battaniye kapıp yanına döndüm.
Tekli koltuğa oturmuş hafifçe titrerken yanında durduğumun bile farkına varamamıştı. Şaşkınca ona uzattığım elime, sonra da yüzüme baktı. Ardından elimi tutup onu kaldırmama izin verdi. Kalktığı yere oturup onu da kucağıma çektiğimde bacaklarını koltuğun kolluğundan aşağı sarkıtmasını bekledim. Battaniyeyi etrafına sararken, başını boynuma gömmüş ağlamaya devam etmişti. Ben de boğazımdaki yumruyla beraber onu sıkıca sarmış, sakinleşmesini beklemiştim. Göz yaşları durup, nefesi düzene girdiğinde başımı çevirip şakağına ufak bir öpücük bıraktım.
"Daha iyi misin?" Bitkin bir halde başını salladığını gördüm. Devam ettim.
"Ne olduğunu anlatacak mısın?" Başını boynuma biraz daha bastırdığında nefesimi tuttum. Başına bir şey gelmiş olmasından korkuyordum.
"Annem ve babam boşanacak." Tuttuğum nefesim dudaklarımı yakarak dışarı çıktı. Kendime engel olamadım ve gözlerim irice açılırken ona sitem ettim. Tanrı aşkına!
"Bu muydu?" Sinirle homurdandı.
"Evdeki kavga sesleriyle uyandım. Birden kapı çarptı ve annem evden gitti. Odamdan çıktığımda ortalık resmen savaş alanı gibiydi. Onlar sürekli kavga eder ama bu kadar büyüğüne ilk defa rastlıyorum." Derin bir nefes aldı.
"Sonra babamı bahçede buldum. Ağlıyordu." Şimdi bazı taşların yerine oturduğunu söyleyebilirdim. Babasına tapıyordu. Ciddi anlamda, tapıyordu. Onu o halde görmek Elizabeth'i alt üst etmiş olmalıydı. Şu anki halinden de bu belli oluyordu. Ben içimde filizlenmeye yüz tutan kıskançlık dürtüsüyle baş etmeye çalışırken devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SPACE / z.m
FanfictionKimseyi tanımadığın bir boşlukta kime güvenebilirsin? #1. Kitap