Oy ve yorumlarınızı mutlaka bekliyorum, benimle olduğunuzu hissettirin. 💕
Haydi size iyi okumalar.**
Güneş yavaş yavaş gök rengini kızıla çevirirken güne yeni yeni uyanan hayvanlar, insanlar ve çiçeklerin aksine hiç uyumamış olan Poyraz görevinin başındaydı. Bütün geceyi alayla iletişim içinde geçirmiş, kısa bir süre Dolunay'a zaman ayırdıktan sonra kendisini toparlamış ve sonunda kağıtlardaki şifrelemeyi çözmüştü. Geriye Poyraz'ın en sevdiği kısım kaldı, adamları paketlemek.
Üzerinde kamuflajlı badi, altında haki yeşili kamuflaj pantolon vardı. Koyu kahverengi saçları ve kararmış gözleri uyum içindeydi. Siyah asker botlarını bütün gece giydiği için ayaklarının ağırdığını hissediyor fakat aldırış etmiyordu. Sonuçta alışkındı. Kendisini bildi bileli asker botu giyiyordu.
Telsiz odasına yeni yeni vuran güneşin etkisiyle beraber bütün gece hiç oturmadığı sandalyeye oturdu ve gelecek operasyon emrini beklemeye başladı.
İki günün yorgunluğunu Dolunay sadece bir kahveyle almıştı. Oysa Poyraz hem Dolunay'ı hem de kahveyi sevmezdi. Deniz gözlü kadın karakola geldiğinden beri koca çöl değişiyor, ıslanıyordu. Belki de kendisini buluyordu.
Düşüncelerini bölen açılan kapıydı, sarışın yüzbaşı gelmişti. Poyraz, gelen adamın yüzüne dik dik baktı ve ayağa kalktı. Elinde olmadan gerinip saçlarını karıştırdı. Saçları çok uzun değildi lakin Poyraz'a has bir kesim tarzı olduğundan üstü azıcık uzundu.
"Yüzbaşı? Bir haber mi var?" Dedi bütün yorgunluğunun aksine dinç bir sesle. Yüzündeki belirsizlik ve hareketlerindeki rahatlık Poyraz demekti sanki. İlk şehidini verdiği günden bu yana hareketlerinde bir olgunluk ve durgunluk vardı. Kendine has tavırlarının yanı sırada buram buram özgüven kokan halleri vardı. O terlik giymezdi, kahve içmezdi, türkü dinlerdi; türkü yürekli adam türkü söyler, resim çizerdi.. Bazen o kadar tamamlardı ki kendisini şiir okurdu.
Ahmet, Poyraz'ın yüzünde kısa bir inceleme yaptıktan sonra kafasını sağa sola salladı ve hemen önünde duran sandalyeye oturdu. Konuşmak tarzı değildi. Olabildiğince az cevaplar verirdi, tepkileri varla yok arasıydı. Bazen onun bir ot olduğunu düşünebiliyordu insanlar; fazla soğukkanlıydı, tıpkı bir yılan gibi.
"Sende?"
Sesi de ifadesizdi, gözlerini Poyraz'a tekrar dikip bir cevap bekledi.
Poyraz, "Operasyon için onay bekliyorum, fazla vaktimiz yok." dedi. O sırada telefon çaldı. Beklediği izin çıkmış olmalıydı. Poyraz bekletmeden karakolun telefonunu açtı, "Yüzbaşı Poyraz Ali Demirbaş!" dedi, ismi sadece onun ağzından duyulduğunda unutulmazdı. Karşı tarafı bekledi.
Telefonda Sami Aslantepe, nam-ı diğer 'Fırtına' vardı.
"Evladım," dedi ve birkaç salise bekledi. Her ihtimale karşı önlem almak zorundaydı. Savaştıkları düşman yalnızca dışarıda değildi, içlerinde de maalesef düşmanları vardı. Telefon görüşmesi yaptığı odada hoşlanmadığı insanlar da vardı. Daha dikkatli bir şekilde konuştu. "Bölgeye gitmeni istiyorum, ne pahasına olursa olsun çocukları koruyacaksın yüzbaşı!"
Poyraz yerinde dikleşti.
"Emredersiniz komutanım!" Dedi gür bir sesle.
Ardından Sami, "Allah'a emanet aslanım." dedi ve telefonu kapattı. İçinde belli belirsiz bir rahatlama peydah olmuştu, operasyonu yakından takip etmek için İstanbul'dan Mardin'e uçmuş, bütün geceyi Poyraz'la sıcak temas halinde geçirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORDO HAREKAT
AcciónKızıltepe Karakolu... Ömrünü vatanına adamış, canı pahasına bayrağını dalgalandırmaya yemin etmiş komutan... Poyraz Ali Demirbaş. O pes etmez, pes ettirir! O katil değil, kahraman! O Türk Askeri! Ve onun kurak toprağına dökülen birkaç damla deniz u...