Gün ışığı pencereden içeriye sızarken Dolunay Gökgöz mavi gözlerini açtı. Güzel bir güne başladıklarını düşünüyordu. Yanında uzanmış olan adamı uyandırmamak için hafifçe koltuktan aşağıya kaydırdı bacaklarını, ayakları parkeye değince ayaklandı.
Poyraz Ali'nin günlerdir uyumadığını ve şimdi şimdi uyuduğunu bildiği için onu rahatsız etmek istemiyordu. Yavaşça mutfağa ilerledi.
Vurulmasının üzerinden tam olarak bir ay geçmişti, henüz karakola gidememişti. Orayı çok özlediği için Poyraz'a sürekli karakolu soruyordu, Poyraz ise işlerinden vakit bulup ancak Dolunay'ı ziyarete gelebildiği için yoğun diyip geçiştiriyordu.
Dolunay buzdolabının kapağını açıp içinden kahvaltılıkları çıkarırken aklı karakoldaydı. Dün gece geç saatlerde Poyraz karakola gitmiş ve sabaha doğru ancak dönmüştü. Bir şeyler iyi gitmiyordu.
Masaya yerleştirdiği kahvaltılıkların yanına iki bardak koydu ve daha sonra ocağa kaynaması için su koydu. Poyraz çay içmeden uyanamazdı.
Suyun kaynamasını beklerken dünden kalan ekmekleri de masaya koydu ve daha sonra sandalyeye oturdu.
Daha mükellef bir sofra hazırlamak isterdi ama elinden gelmezdi. Hem henüz iyileşmediği için Poyraz ona çok kızardı.
Su kaynayınca ayağa kalktı ve çaydanlığa biraz çay koyup suyu üstüne boşalttı. Suyun kalanıyla beraber çaydanlığı tekrar ocağın üstüne koyduğunda büyük bir iş başarmış gibi gülümsedi.
"Neye gülüyorsun?"
Kulaklarını okşayan sesi duyunca daha çok gülümsedi ve Poyraz'a dönüp, "Günaydın." dedi.
Üzerindeki beyaz tişört ve gri kotla oldukça yakışıklı görünüyordu. Poyraz'ı incelemeyi bırakan Dolunay adamın sorusunu da es geçmişti. Tekrar sandalyeye oturdu.
"Kahvaltı?" Diye sordu heyecanla.
Adam ocağa doğru yürürken beraber kahvaltı yapacakları için mutluydu lakin mutluluğu kısa sürdü.
Cebinde çalan telefon ikisinin de huzurunu kaçırmaya yetmiş gibiydi.
Poyraz ocağın altını kısıp telefonunu açtı.
"Alo."
Gelen arama karargahtandı.
Telefonun ucunda ise Nam-ı diğer Fırtına vardı. Öfkeli bir sesle konuştu.
"Acil karargaha gel."
Ardından telefon kapandı. Poyraz telefonu cebine sıkıştırırken Dolunay'ı saçlarından öptü.
"İşimi bitirince döneceğim. Sakın ağır iş yapma."
Mutfak kapısına doğru yürürken birden arkasını döndü ve Dolunay'a ciddi ciddi bakarak konuştu.
"O Mustafa gelirse de açma kapıyı."
Dolunay gözlerini devirip Poyraz'a bıkkın bir bakış atsa da faydasızdı. Kıskançlıkta zirveye oynuyordu. Ne Selim'i evine sokuyordu ne de Dolunay'ı ziyarete birçok kez gelen Mustafa'yı.
Kapıdan çıkarken etrafı kolaçan etti adam. Dolunay'ı evde yalnız bırakmak istemese de Dolunay'ın gazabına maruz kalmak istemiyordu. Kadın teğmendi, hiç belli etmese de bildiği çok şey vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORDO HAREKAT
AcciónKızıltepe Karakolu... Ömrünü vatanına adamış, canı pahasına bayrağını dalgalandırmaya yemin etmiş komutan... Poyraz Ali Demirbaş. O pes etmez, pes ettirir! O katil değil, kahraman! O Türk Askeri! Ve onun kurak toprağına dökülen birkaç damla deniz u...