DOLUNAY GÖKGÖZ
Midem bir mikserden etkilenmişcesine bulanıyor, kulaklarım sesleri algılama konusunda zorlanıyordu.
Gözlerimi zorla araladım, bulanıklaşan etrafta parıldayan bir şey vardı. Ay.
Gün çoktan geceye dönmüş olmalıydı, ne kadar zamandır baygın yatıyordum bilmiyorum ama emin ellerde olduğuma emin olmak zorundaydım.
Gökyüzü yavaş yavaş netleşirken parıldayan yıldızlara uzun uzun bakma isteğiyle doldu içim, serin bir esinti vardı. Bedenimi okşayan rüzgarın yanı sıra kısık sesle yapılan tartışmaları da hissediyordum.
Gözlerimi daha çok açınca daha önce hiç duymadığım o sesi duydum.
"Kız uyandı."
Çok iyi bir aksana sahipti, muhtemelen konuşan Türk'tü. Bu bana güven verirken birilerinin yanıma doğru yürüdüğünü hissettim, ayağa kalkmak için ellerimi yere koyduğum sırada avuç içlerim toprakla bütünleşti ve bambaşka bir ses duydum.
"Qaf."
Arapça konuşmuş, bana kalkma demişti. Aksanı iyidi. Arap olduğunu düşündüm.
Saçma sapan bir örgütün elinde miydim?
Bana denileni yapmak için hareket ettiğimde görüş alanıma ayakta olan adam girdi. Uzun boylu, kalıplıydı. Onunla yakın dövüş... Zor olabilirdi.
Yeşil gözlerini fark ediyordum, o ateş eden adamdı. Bana doğru eğildi, sakalları yüzünü kaplıyordu. Alnıma elini koyarken dizlerinin üstüne oturdu, gözleri gözlerimdeyken onun Türk olmasını diledim.
Bir an önce ülkeme geri dönmek istiyordum.
Türkçe, "İyi." dedi ve arkadaşının uzattığı matarayı dudaklarıma yaklaştırdı. Ensemden tutup başımı kaldırdı.
Canım yanarken sudan bir yudum aldım, kuruyan boğazım ıslanırken bana yardım eden adamda herhangi bir arma görmeyi bekledim. Hangi milletten olduğunu, kimlerin eline düştüğümü bir an önce anlamalı ve harekete geçmeliydim.
Etrafı inceledim, ateş yanıyordu. Grubun tam ortasında yanan ateş. Beş erkek, bir kız. Hepsi de teçhizatlıydı. Dağın tepesindeydik, grup burada dinleniyor olmalıydı.
"min ayu dawlat ant?"
Tekrar Arapça konuştu, bu dili biliyordum fakat ilk başta su isterken Türkçe konuştuğum için beni test ettiğini düşündüm. Türkçe konuştuklarını duydum.
Doğruldum, düzgünce otururken onların tehlike unsuru olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Armasızlardı.
"Türküm." dedim ve tam karşımda oturan kadına baktım. Saçı başı sarılıydı, göz rengini seçemesem de teni bembeyazdı. Kaşları şekilliydi ve oldukça güzeldi, giydikleri koyu yeşil üniforma benzeri kıyafetin altına güçlü bir beden gizlenmişti.
Bana dikkatle bakarken gözlerini kıstı. Bu hali garibime giderken adam tekrar konuştu.
"Burada ne işin var?"
Grubun diğer üyeleri de beni anlamaya çalışırken besleniyorlardı. Ellerinde konserveler vardı fakat konservelerin etiketleri soyulmuştu. Ne yediklerini görebilseydim bir çıkarım da bulunacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORDO HAREKAT
AksiKızıltepe Karakolu... Ömrünü vatanına adamış, canı pahasına bayrağını dalgalandırmaya yemin etmiş komutan... Poyraz Ali Demirbaş. O pes etmez, pes ettirir! O katil değil, kahraman! O Türk Askeri! Ve onun kurak toprağına dökülen birkaç damla deniz u...